22 Temmuz 2016 Cuma

Yüksek Gerilimin Tarihçesi

Elektrik mühendisliğinde temel buluşlar, örneğin Galvanin’in, Volta’nın, Oersted’in, Ohm’un, Amper’in Edison’un buluşları doğru gerilim üzerine olmakla beraber enerji iletimi alanında hızlı gelişmeler, tarih itibariyle alternatif gerilim alanında olmuştur [1]. 1910’lu yıllarda 100 kV kullanılmasına rağmen 1920’li yıllarda 100 kV’la 50 MW’lık bir güç 50 km’lık mesafeye iletilmiş. 1930-1950 arası yıllarda 300 kV’la 250 MW’lık bir güç 400 km ye iletildi. 1954 de 380 kV’la enerji iletimi başlamış bu gerilimle 1960’lı yıllarda 1000 MW’lık güç taşınması gerçekleştirilmişti. Bugün artık 1000 kV’la 10000 MW’lık güçler iletilirken 1600 kV’luk olanları da deneme altındadır [1], [2]. Elektrik enerjisinin başlangıçta alternatif gerilimle iletilmesinin tercih nedenlerinden biri transformatörlerin icadıdır. Son yıllarda güç elektroniğinde ortaya çıkan gelişmelerle birlikte yüksek doğru gerilimle (YDG) enerji iletimi araştırmacıların dikkatini çekmiş ve uygulama alanına yeniden sokulmuştur. İlk YDG’le enerji iletim uygulaması 1954 yılında İsveç’le Gotland adası arasında 96 km’lik bir deniz altı kablosuyla yapılmıştır. Tek iletkenle 30 MW’lık bir güç 150 kV’luk bir doğru gerilimle iletilmiştir. Akıma dönüş yolu deniz üzerinden sağlandığı için deniz içerisinde bulunan diğer endüstriyel kuruluşlara ait borular ciddi elektriksel korozyona uğramıştır. Bu yüzden tek iletkenle iletim yerine bugün artık iki iletkenli doğru gerilimle iletim yapılmaktadır. 1970’de Amerika’da Oregon ile California arasındaki 1362 km’li mesafeye 1600 MW’lık bir güç 400 kV’luk bir doğru gerilimle iletilmiştir. Son olarak 1989-1990 yılında Güney Finlandiya ile Doğu İsveç arasında 35 km’lik 220 kV’luk bir doğru gerilimle 420 MW’lık bir güç iletilmiştir. Bugün dünyanın değişik yerlerinde 60’ı aşkın yerde yüksek doğru gerilimle enerji iletimi yapılmaktadır [1], [2], [3]. Standard Gerilim Kademeleri IEC(TheInternational ElectrotechnicalComission)'nin tanımlamalarına göre; 1.Alternatif gerilimde 1000 V’un, 2.Doğru gerilimde 1200 V’un üzerindeki gerilimler yüksek gerilim olarak anılmaktadır. Aşağıdaki Tabloda Avrupa ve Amerika’da ki gerilim seviyeleri verilmektedir [3]. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı Elektrik Kuvvetli Akım Tesisleri Yönetmeliğinin (21 Kasım 1978 tarih, 16466 Sayılı Resmi Gazetede yayınlanmış) 3. maddesine göre; Alçak gerilim< 1000 V Yüksek gerilim > 1000 V Tehlikeli gerilim > 65 V Aşırı gerilim : Kısa süreli, işletme geriliminin müsaade edilen en büyük sürekli değerini aşan ve işletme frekansında olmayan gerilim olarak tanımlanmaktadır. TS-83 de Alçak Gerilim (Faz-Faz arası): 190, 380, 500, 1000 V Orta Gerilim (Faz-Faz arası): 3, 6, 10, 15, 20, 25, 33, 35 KV Yüksek Gerilim (Faz-Faz arası):54. 60, 110, 132, 154, 380, 750 KV olarak verilmektedir. Yüksek Gerilim Sisteminin Elemanları Yüksek gerilim sisteminin elemanları, orta gerilimde enerji üretimi yapan senkron generatörleri de dahil edecek olursak [3]; A. Temel Elemanlar; 1.Senkron Generatörler 2.Güç Transformatörleri 3.Kesiciler (Akım akan hattı açıp kapatan anahtar) 4.Ayırıcılar (Gerilim altındaki hattı açıp kapatan anahtar) 5.Enerji İletim Hatları(Hava Hatları) 6.Direkler 7.İzolatörler 8.Kablolar 9.Baralar B.Ölçme ve Koruma Elemanları 1.Akım Transformatörleri 2.Gerilim Transformatörleri 3.Gerilim Bölücüler 4.Parafudurlar 5.Ark Boynuzlarıve Koruma Halkaları 6.Koruma (Topraklama) Hatları 7.Röleler C. Kontrol ve Kumanda Elemanları 1.Röleler 2.Kesicilerin Kontrol ve Kumanda Devreleri D.Gerilim Ayar Elemanları 1.Seri veya Paralel Bağlı Endüktörler(Reaktörler) 2.Seri veya Paralel Bağlı Kapasitörler 3.İndüksiyon Regülatörleri

14 Temmuz 2016 Perşembe

Sayı sistemleri soruları

Doğum tarihinizi gün ay yıl olarak onluk sayı olarak yazınız. Ör: 19 Mayıs 1991 için: 190591 Bu sayıyı aşağıdaki sistemlere dönüştürünüz. a) İkili sayı sistemine b) Sekizli sayı sistemine c) Onaltılı sayı sistemine Doğum tarihi sayınızı iki ile çarpıp üçe bölünüz. Bu yeni sayıyı aşağıdaki sistemlere dönüştürünüz. d) İkili sayı sistemine e) Sekizli sayı sistemine f) Onaltılı sayı sistemine Aşağıdaki alıştırmaları tamamlayınız. g) (ABCD,DEF)16 =( )8 h) (7654,321)8 =( )16 i) (1001,101)16 =( )8 j) (10025,5)8 =( )16 k) (A15F,D)16 =( )8 l) (6593,1)8 =( )16

Sayı sistemleri

2.1.3 OCTAL (SEKİZLİ) SAYI SİSTEMİ Sekizli sayı sisteminde 8 adet sayı kullanılır bunlar 0 ila 7 arasındadır (0 ve 7 dahil). Genel formülü: 2.1.4 HEXADECIMAL (ONALTILI) SAYI SİSTEMİ Hexadecimal sayı sistemi sayıyı onaltı tabanında yazar. 0’dan 9’a kadar rakamları ve A,B,C,D,E,F harflerini kullanır. Günümüz bilgisayarlarında sıkça kullanılırlar, büyük rakamları yazmak için az sayıda basamak yeterlidir. Genel ifadesi: 2.2 SAYI SİSTEMLERİ ARASINDAKİ DÖNÜŞÜMLER Kullanılan bilgisayar sistemi ya da elektronik sistemin kod yazılışı genellikle binary, octal veya hexadecimal olarak tasarlanır. Günlük hayatta ise onluk sistem kullanılmaktadır. Bu durumda sayı sistemleri arasında dönüşüm yapılması gerekmektedir. ON TABANINDA SAYILARIN İKİLİ, SEKİZLİ ve ONALTILI SİSTEME DÖNÜŞTÜRÜLMESİ a. İkili Sayılara Dönüştürme On tabanındaki sayı ikiye bölünür. Kalan not edilerek bölüm tekrar ikiye bölünür. Bölüm sıfır olana kadar devam edilir. Sonuç MSB’den LSB’ye doğru yazılır. Kesirli sayılarda ise sayının virgülden sonraki kısmı 2 ile çarpılır, çarpımın tam sayı kısmı not edilerek, sonuç sıfıra yaklaşana kadar tekrarlanır, bu durumda bize yaklaşık sonucu verir. İlk tam sayıdan başlanarak sayı yazılır. b. Sekizli Sayılara Dönüştürme Onlu bir sayısı sekizli bir sayıya dönüştürmek için ikili sayı sistemdeki kurallar uygulanır. Yalnız burada kesirli sayılar 8 ile çarpılır ve tam sayılar 8’e bölünür c. Onaltılı Sayılara Dönüştürme Onlu bir sayıyı onaltı tabanında yazmak için tam sayılar 16 ile bölünür ve kesirli sayılar 16 ile çarpılır. 2.2.2 İKİ TABANINDA SAYILARIN, ONLU, SEKİZLİ ve ONALTILI SİSTEME DÖNÜŞTÜRÜLMESİ a. İkili sayıların onlu sisteme dönüştürülmesi Daha önce değinildiği gibi, ikili sayılar onlu sisteme basamak değerlerine göre 2 üzeri değerlerle çarpılarak elde edilirler. Örneğin (100110,101)2 sayısı için; 100110=0x20+1x21+1x22+0x23+0x24+1x25=2+4+32=38 0,101=1x2-1+0x2-2+1x2-3= =0,625 (100110,101)2=(38,625) b. İkili sayıların sekizli sisteme dönüştürülmesi İkili sayıları sekizli sayılara dönüştürmek tam sayı kısmında sağdan sola doğru, kesirli kısımda soldan sağa doğru olacak şekilde sayı üçer bitlik gruplar halinde ayrılır. Son gruplar üç basamaktan azsa sıfır eklenerek üçe tamamlanır ve her bir gruba karşılık gelen octal değer yazılır. Not: 3 basamaklı binary sayılar için octal değer decimal değerle aynıdır. Tam sayı kısmı Kesirli sayı kısmı gruplandırma yönü ← →gruplandırma yönü 01011000101011010111000, 10010111010001010100101001 001 011 000 101 011 010 111 000, 100 101 110 100 010 101 001 010 010 1 3 0 5 3 2 7 0, 4 5 6 4 2 5 1 2 1 13053270, 456425121 Sonuç olarak: (01011000101011010111000, 10010111010001010100101001)2=(13053270,456425121)8 c. İkili sayıların onaltılı sisteme dönüştürülmesi İkili sayıların onaltılı sayılara dönüşmesi için sayılar dörtderli şekilde gruplanır. Karşılılarına onaltılık sayı yazılır. Tam sayı kısmı Kesirli sayı kısmı gruplandırma yönü ← →gruplandırma yönü 01011000101011010111000, 10010111010001010100101001 0010 1100 0101 0110 1011 1000, 1001 0111 0100 0101 0100 1010 0100 2 C 5 6 B 8, 9 7 4 5 4 A 4 2C56B8, 97454A4 (01011000101011010111000, 10010111010001010100101001)2=(2C56B8,97454A4)16 2.2.3 SEKİZ TABANINDA SAYILARIN İKİLİ, ONLU ve ONALTILI SİSTEME DÖNÜŞTÜRÜLMESİ a. Sekizli sayıların onlu sisteme dönüştürülmesi Herbir basamak rakam basamağının değeriyle çarpılır. Bu değerler tam sayı kısmı için 8 üzeri0,1,2.. şeklinde artarken, kesirli kısım için 8 üzeri -1,-2… şeklinde azalır. (472,36)8=4x82+7x81+2x80 , 3x8-1+6x8-2=256+56+2 , 0,375+0,09375 ≅ 314, 47 b. Sekizli sayıların ikili sisteme dönüştürülmesi İkili sayıların sekizli sayılara dönüştürülmesinin tersi yapılır. Her bir basamak için binary karşılık yazılır. (314,47)8=> 3=011 1=001 4=100, 4=100 7=111 (314,47)8=(011001100,100111)2 c. Sekizli sayıların onaltılı sisteme dönüştürülmesi Sekizli sayıları onaltı sayıya çevirmek için öncelikle 2.2.3 b’de gösterilen şekilde , iki sisteme dönüştürüp sonrada ikili sistemden onaltılı sisteme dönüştürülür. İkili sayıların sekizli sayılara dönüştürülmesinin tersi yapılır. Her bir basamak için binary karşılık yazılır. İkili sayıların onaltılı sayılara dönüşmesi için sayılar dörtderli şekilde gruplanır. Karşılılarına onaltılık sayı yazılır. 2.2.4 ONALTI TABANINDA SAYILARIN İKİLİ, ONLU ve SEKİZLİ SİSTEME DÖNÜŞTÜRÜLMESİ a. Onaltılı sayıların onlu sisteme dönüştürülmesi Formülü ile her sayı 16’nın üsleriyle çarpılır ve kesirli ksıım için her basamak 16’nın üstlerine bölünür. (D8C,B53)16= Dx162+8x161+Cx160 , Bx16-1+5x16-2+3x16-3 =3328+128+12 , 0,6875+0,019+0,0007 =3468, 7072 b. Onaltılı sayıların ikili sisteme dönüştürülmesi Her bir sayı için o sayının ikili karşılığı 4 bit olarak yazılır. Sonra bu rakamlar yan yana getirilir. (BAE,02F)16 B A E, 0 2 F 1011 1010 1110 0000 0010 1111 (BAE,02F)16=(101110101110,000000101111) c. Onaltılı sayıların sekizli sisteme dönüştürülmesi Onaltılı sayı önce ikili sayıya dönüştürülür. Sonra ikili kod sekizli koda dönüştürülür. Her bir sayı için o sayının ikili karşılığı 4 bit olarak yazılır. Sonra bu rakamlar yan yana getirilir. (BAE,02F)16 B A E, 0 2 F 1011 1010 1110 0000 0010 1111 (BAE,02F)16=(101110101110,000000101111) 18 SAYISAL ELEKTRONİK İkili sayıları sekizli sayılara dönüştürmek tam sayı kısmında sağdan sola doğru, kesirli kısımda soldan sağa doğru olacak şekilde sayı üçer bitlik gruplar halinde ayrılır. Son gruplar üç basamaktan azsa sıfır eklenerek üçe tamamlanır ve her bir gruba karşılık gelen octal değer yazılır. Not: 3 basamaklı binary sayılar için octal değer decimal değerle aynıdır. Tam sayı kısmı Kesirli sayı kısmı Tam sayı kısmı Kesirli sayı kısmı gruplandırma yönü ← →gruplandırma yönü 101110101110, 000000101111 101-110-101-110, 000-000-101-111 5-6-5-6, 0-0-5-7 5656, 0057 Sonuç olarak: (101110101110,000000101111)2=(5656, 0057)8

SAYI SİSTEMLERİ VE KODLAR

2.1 SAYI SİSTEMLERİ Dijital sistemler iki seviye ile çalışırlar. Bunlar lojik 1 ve lojik 0’dır (var veya yok). Bu yüzden bu sistemler 2 tabanlı sayı sistemlerini kullanılırlar. 21 (binary), 23(octal), 24 (hexadecimal) dijital sistemlerde en çok kullanılan sayı sistemleridir. 2.1.1 DECIMAL (ONLUK) SAYI SİSTEMİ Onluk sayı sistemi günlük hayatta kullandığımız sistemdir. …103 102 101 100 şeklinde dizilirler. 2.1.2 BINARY (İKİLİ) SAYI SİSTEMİ İkili sayı sistemi iki tane rakam kullanılan sistemdir. Bunlar 0 ve 1 dir ve her biri bit olarak adlandırılır. Elektronikte var ya da yok, açık ya da kapalı gibi kesin yargı içeren sistemlerin temsilinde kullanılır. İki tabanlı sistemlerde sayılar en sağdaki basamaktan başlayarak 2 üzeri 0,1,2,3,…8,9… şeklinde değer alırlar. En sağdaki basamak sadece 20 yani 1 değerine sahip olduğu için LSD (least significant digit) ya da LSB (least significant bit)(en düşük değerli bit) adını alır. Sayının en solundaki basamak ise en yüksek değerli olduğu için MSD-MSB (most significant dijit (bit)) (en yüksek değerli bit ) adını alır. Eğer sayımız tam sayı değilse, virgülden sonraki basamak soldan başlayarak 2 üzeri -1,-2,-3….-8,-9… şeklinde değer alırlar. Kısaca özetlersek bnbn-1…b2b1b0 , b-1b-2…bm-1bm şeklindeki bir sayının onluk karşılığı: İkili sayı sistemleri bilgisayarlarda genellikle sayısal değeri ifade etmek için, adres belirtmek için, komut kodu belirtmek için kullanılırlar.

1. ANALOG VE SAYISAL SİSTEMLER

1.1 ANALOG SİSTEMLER VE SİNYALLER Sinyal zaman, uzay ya da başka bir değişkene göre değişiklik gösteren fiziksel niceliktir. (Başkent Üniversitesi) Analog sinyaller devamlı bir zamanda ilerleyen ve zamana göre değişken bir değer alan sinyallerdir. Analog bir sinyal zamana göre sonsuz değer alır. Analog sistemler ise analog bir sinyal ile işlem yapan fiziksel yapılardır. Bu sinyal analog olduğu için sinyalin istediğimiz bir noktasındaki bir değeri bize gösterebilir. Günlük yaşamda etkin olan tüm fiziksel olaylar zamana göre sonsuz değer aldığından analogdur. Örneğin sıcaklık birden 20 ’den 21 ye çıkmaz. Bir eğri biçiminde sürekli olarak artarak nihai dereceye ulaşır. 1.2 SAYISAL SİSTEMLER VE SİNYALLER Sayısal sinyaller, analog sinyaller gibi sürekli değillerdir. Belli bir zaman ya da uzay değişkeninin belli bir değerine göre bir değer alırlar. Şekil 3’te bir sayısal sinyal görünmektedir. Sayısal sinyallerle fiziksel olarak işlem yapan ortamlar ise sayısal sistem’dir. Günümüz elektronik teknolojisinde sinyallerin çoğu sayısal olarak işlem görmektedir. Sayısal sistemlerin analog sistemlere göre bazı avantajları vardır. Bunlar; Sayısal devrelerin tasarımı daha kolaydır.  Sayısal sistemlerde bilgi saklaması kolaydır  Sayısal sistemler, analog sistemlere göre daha fazla istenilen sonucu verir. Birden çok sayısal devreyi birbirine bağlamak kolaydır.  Sayısal sistemler gürültüden etkilenmezler.  Sayısal sistemler donanımı değiştirilmeden tekrar tekrar programlanabilir.  Sayısal sistemlerde hata ayıklamak daha kolaydır. 1.3 ANALOG VE SAYISAL SİSTEMLER İnsanların işleyebildiği tüm sinyaller koklama, görme, işitme, dokunma analog sinyallerdir. Fakat günümüzde elektronik teknolojisi analog sinyallerle değil digital (sayısal) sinyallerle( yukarıda saydığımız avantajlardan dolayı) çalışır. Bu durumda analog ve sayısal sistemleri aynı ortamda kullanmak gereklidir. Böyle bir sistem için öncelikli olarak sinyallerin birbiri formuna önüştürülmesi gerekmektedir. Kısaca özetlersek analogdan digital sinyale dönüştürme işlemi için: a. Bir analog sinyal öncelikle küçük örneklem aralıklarına bölünür. b. Her bir örneklem için o örneklem değerine denk gelen sinyal değeri alınır. c. Bu sinyal değeri sayısal olarak kodlanır. Analog sinyali Dijital sinyale dönüştürme işlemi bazı önemli faktörler vardır. Nyquist kriteri olarak bilinen duruma göre, bir sinyalin örneklem frekansı, sinyalin kendi frekansından en az 2 katı olmalıdır (Nyquist frekansı). Örneğin 50Hz’lik bir dalga için örnekleme frekansı en az 100Hz olmalıdır. Fakat uygulamada Nyquist frekansı da yeterli olmaz. Gerçekten düzgün ve analog sinyale yakın bir dijital sinyal için örnekleme frekansı yüksek olmalıdır (10 katı-100 katı…). Böylece örnekleme aralığı küçülür. Analog sinyali dijitale dönüştürme işlemi için bir diğer önemli faktör ise bölüntü seviyeleridir (Quantum seviyesi). Bölüntü seviyeleri sinyal değerinin dijital karşılığını verir. 2n şeklinde hesaplanır. Örneğin 3 dijital çıkışlı bir çevirici 23=8 ayrık bölüntü seviyesine sahiptir. Bu işlemi yapan cihazlara ADC (Analogue to Digital Converter), bu işlemin tersini yapan, dijital sinyali analog sinyale dönüştürme işlemi yapan cihazlara DAC (Digital to Analogue Converter) denir
2.1 Yenilenebilir Enerji Kaynakları Yenilenebilir enerji dünya var oldukça devam edeceği düşünülen bitmeyen bir enerjidir. Çevreye zararının olmaması dışa bağımlı olmaması gibi nedenlerden dolayı oldukça önemlidir. Bazılarının eldesi oldukça kolay fakat bazılarının eldesi oldukça zordur. Rüzgâr enerjisi, güneş enerjisi, jeotermal enerji, biokütle enerjisi, hidrojen enerjisi ve dalga enerjisi yenilenebilir enerji kaynaklarına örnektir. 2.1.1 Rüzgâr Enerjisi Rüzgâr gücü kullanımı, Asya’dan Avrupa’ya 10.yuzyıl civarında geçmiştir. Rüzgâr enerjisi, rüzgârı oluşturan hava akımının sahip olduğu hareket(kinetik) enerjisidir. Rüzgâr gücünden yararlanılmaya başlanması çok eski dönemlere dayanır. Daha sonra tahıl öğütme, su pompalama, ağaç kesme işleri için kullanılmıştır. Günümüzde ise elektrik üretmek amacıyla kullanılmaktadır. Fosil nükleer ve diğer yöntemlerde atmosfere zararlı gazla salınmakta bu gazlar havayı ve suyu kirletmektedir. Rüzgârdan enerji elde edilmesi sırasında ise doğaya hiçbir salınım yapılmamaktadır. Rüzgâr enerjisi temiz bir enerji kaynağıdır ve rüzgâr türbinleri ile sağlanmaktadır. Yarattığı tek kirlilik gürültüdür. Fakat pervanelerin yarattığı ses günümüzde oldukça azaltılmıştır. 2.2 Rüzgâr Gücünden Enerji Eldesi Bir doğa olayı olan rüzgârdan enerji eldesi rüzgâr türbinleri sayesinde elde edilir. Rüzgâr türbinleri normal seviyede esen rüzgârdan bile büyük enerjiler üretebilir. 2.2.1 Rüzgâr Türbinleri İlk rüzgâr türbini 1881 yılında Danimarkalı bir grup bilim adamı tarafından yapıldı. Daha sonra Danimarka hükümetinin de desteğiyle ilk rüzgâr gücünden enerji üreten rüzgâr türbini santralini yaptılar. 1918 yılına gelindiğinde 120 adet rüzgâr türbini vardı. Bu türbinlerin gücü 20 ila 30 KW arasında değişmekteydi. Şekil 1 de ilk rüzgâr türbininin fotoğrafı gösterilmiştir. Rüzgâr türbinleri 3 ana bölümden oluşur. Bunlar pervane kanatları, şaft ve jeneratördür. Pervane kanatları rüzgâr çarptığı zaman döner ve enerji üretimi başlar. Yaklaşık bir kanat boyu 35 metredir. Pervane kanatları sayesinde kinetik enerjiden elektrik enerjisi oluşur. Bu devasa yapının diğer bir bölümü ise şafttır. Şaftın dönmesiyle motor içinde bir hareket oluşur ve motorun çıkışında elektrik enerjisi üretilmiş olur. Jeneratör ise oldukça basit bir çalışma prensibine sahiptir. Jeneratörün içerisinde mıknatıslar vardır ve bu mıknatısların ortasında da ince tellerle sarılmış bir bölüm vardır. Pervane şaftı döndürdüğü zaman motor içindeki bu sarım bölgesi etrafındaki mıknatısların ortasında dönmeye başlar. Bu olayların sonucunda alternatif akım(AC) oluşur. Rüzgâr türbinlerinin çalışma prensibi ve yapısı Şekil 2’deki fotoğrafta özetlenmiştir. Şekil 2: Rüzgâr Türbinlerinin İç ve Dış Yapısı Rüzgâr türbinleri fırtına gibi istenmeyen durumlar için bir takım güvenlik önlemleri ile üretilmektedir. Rüzgârın şiddetine göre açı kontrolü yapılmaktadır. Bu sayede açı kontrolü yapılarak pervane kanatlarının dönmesi yavaşlatılmaktadır. Genel olarak 50.000 rüzgâr türbini, yıllık 50 milyar kilovat/saat enerji üretir. Bu oldukça büyük bir rakamdır. 2 MW enerji üreten 125 metrelik bir rüzgâr türbininin ağırlığı yaklaşık 416 tondur. Rüzgâr türbinlerinin montajı Şekil 3’deki gibidir. 6 Şekil 3: Rüzgâr Türbinlerinin Montajı 2.3 Türkiye’de ve Dünyada Rüzgâr Gücü 1980 sonrasındaki gelişmelerle Avrupa’da ve ABD’de rüzgâr santralleri enerji, ekonomi ve çevre açısından çağdaş mühendislik ürünleri haline gelmişlerdir. 1999 başı verilerine göre, dünya rüzgâr enerjisi kurulu gücü 9.839 MW’a ulaşmıştır. 2013 yılı verilerine göre dünyadaki rüzgâr enerjisi kurulu gücünü gösteren tablo Şekil 4’de gösterilmiştir. Şekil 4: Dünyadaki Rüzgâr Enerjisi Kurulu Gücü 7 Dünya ülkeleri arasındaki Türkiye’nin rüzgâr enerjisi kurulu gücü Şekil 5’deki tabloda gösterilmiştir. Şekil 5: Dünya Ülkeleri Arasındaki Türkiye’nin Kurulu Rüzgâr Gücü Sıralaması Avrupa ülkelerindeki rüzgâr enerjisi kurulu gücü Şekil 6’daki haritada gösterilmiştir. Şekil 6: Avrupa’da Rüzgâr Enerjisi Kurulu Gücü 8 Türkiye’de 1955 sonrası alternatif enerji kurulu gücü şekilde 7’deki grafikte gösterilmiştir. Şekil 7: Türkiye’de 1955 Sonrası Alternatif Enerji Kurulu Gücü Türkiye’de rüzgâr enerjisi kurulu gücünün illere göre sıralaması Şekil 8’deki grafikte verilmiştir. Şekil 8: Türkiye’de İllere Göre Toplam Kurulu Güç Türkiye’de rüzgâr enerjisi ile ilgili yapılan ilk çalışmalar 1960’larda Ankara Üniversitesi, 1970’lerde Ege Üniversitesi, daha sonraki yıllarda ODTÜ ve İTÜ kapsamında sürdürülmüş olup, bugün daha çok üniversiteye yayılmış durumdadır. Son dönemlerde TÜBİTAK Marmara Araştırma Merkezi (MAM) bünyesinde de bazı çalışmalar yapılmıştır. Üç yıllık rüzgâr hızı ortalamalarına göre, Kocadağ (8,5 m/s) ile en yüksek ortalama rüzgâr hızına sahiptir. Bunu sırasıyla Gökçeada (6,8 m/s), Akhisar (6.78 m/s) ve Belen (6.5m/s) izlemektedir. Kocadağ için yıllık rüzgâr gücü yoğunluğu 1995 yılında 775 W/m2’dir. Bu değerler Gökçeada, Akhisar ve Belen için; sırasıyla 457, 450 ve 343 W/m2’dir. 9 2.4 Rüzgâr Enerjisindeki Meslek Profilleri Rüzgâr enerjisi ülkenin ekonomisine katkısı oldukça büyüktür. Rüzgâr enerjisi içerisinde birçok meslek profili barındırır. Örnek verecek olunursa mühendisler (Kimya, elektrik, mekanik, malzeme, inşaat, çevre vb.) taşıma, kaldırma, montaj ile ilgili uzmanlaşmış teknik personel, meteorologlar, Programcılar, teknisyenler ekonomistler, finansörler enerji politikası uzmanları, hukukçular sağlık ve güvenlik uzmanları işçiler (nitelikli, niteliksiz). 2.5 Rüzgâr Enerjisi ve Çevre 1 MW enerji üreten rüzgâr türbininin çevreye yaydığı ses 300 m uzaklıkta 45 dB’dir. Rüzgâr enerjisi temiz bir enerji kaynağıdır çevreye herhangi bir salınım yapmaz. Yerel bir enerji kaynağıdır dışa bağımlı değildir. Ucuz bir enerji kaynağıdır. Yüksek istihdam yaratır. Yatırım alanının sadece %1’ini kullanır. Kalan diğer alanda tarım ve hayvancılık yapılabilir. Rüzgâr enerjisinin avantajları olduğu biri birde dezavantajları vardır. Görüntü ve gürültü kirliliği yaratabilir. Radyo ve televizyon frekanslarını bozabilir. Kuş göç yolları üzerine kurulduğunda kuşlara zarar verebilir.

20 Haziran 2016 Pazartesi

Tartışma: Proje Yaparken Neler Yapmamalıyız? Mehmet Yaşar ERTAŞ

İlgi duymadığımız bir alanda proje hazırlanması doğru değildir. Proje yazmak için herhangi bir konuya ilgi duymakta yeterli değildir. Projenin konusu gereksiz ve önemsiz meselelerden seçilemez. İyi tanımlanmış bir amacımız ve hedefimiz olmadan projeye başlanamaz. Hayali bir proje amacı olamaz. Bir projenin çok sayıda amacı olamaz. Projenin amacı gerçekçi ve ulaşılabilir olmalıdır. Özgün olmalıdır. Daha önce yapılmış bir araştırmayı, sorularını, yöntemini ve hatta kaynaklarını bile değiştirmeden başka bir alana uygulamak, projenin özgün olmadığının göstergesidir. Projelerde bilinen şeyler tekrarlanamaz. Yöntem bütün ayrıntılarıyla belirlenmeden projeye başlanamaz. Hiçbir zaman başka birinin yazdığı yöntemi kes-kopyala-yapıştır şekliyle kullanılamaz. Projeye katkı sağlamayacak bir yöntemi uygulamak gereksizdir. Proje çalışmasını amacından uzaklaştırmamalıyız. Sınırsız bir proje olamaz. Bir projeyi maddi destek olmadan yürütmek oldukça zordur. Proje için bir risk planı çıkarılmalıdır. Projenin konusu ve yöntemi yasa ve etik kurallara aykırı olamaz. Özet, amaç, konu, kapsam, özgün değer gibi proje bileşenleri arasında tutarsızlık ve çelişki olamaz. Projenin önerisini hazırladıktan sonra bir başkasıyla müzakere yapmadan müracaat yapılamaz. Proje hazırlamak için dikkat ve uğraş gereklidir.

Tarih Projesi Nasıl Hazırlanır?

Yeni dönemde geliştirilmiş en önemli çalışma sistemi projelerdir. Önemli olmasından dolayı projenin konusunun seçimi, tasarlanması, sürecin yönetilmesi ve sonuçların ortaya konulması büyük bir uğraş gereklidir. Tarih bilimi özellikle doğası, kaynakları ve yöntemi itibariyle diğer sosyal bilimlerden farklıdır. Neden proje yapılır konusuna gelince, proje karmaşık işlerin veya sorunların kolayca ve sistemli bir şekilde çözülmesini sağlar. Bu yüzden proje yazımına ihtiyaç duyulmaktadır. Dünya üzerinde ürün geliştirici ve yaratıcı projeler olmak üzere birçok proje bulunmaktadır. Ar-Ge, kamu sanayi ve girişimcilik ulusal ve uluslararası birçok proje çeşidi bulunmaktadır. Öğrenciler bilimsel çalışma ve araştırmalarını yürütürken proje kültürünü ve metodunun iyi bilmeleri gerekmektedir. Öğrencilerin çalışmalarını proje formatında yürütmeleri için birçok sebebi vardır. Ekip çalışmasını öğrenmek, bilimsel çalışmaları belli düzen içerisinde yürütmek, uzun soluklu ve disiplinli bir araştırma sürecini yürütmek, özgün değerlere sahip eserler çıkarmak, proje yazarken TÜBİTAK ve üniversitelerden büyük ölçüde maddi kaynak sağlamak. Bunlara örnek olarak verilebilir maddelerdir. Tarih bilimi, geçmişteki olayları ve kişilerin kuru bir betimlemesinden ve kronolojik sıralanmasından ibaret olduğun ve geçmişten geleceğe kalan ölü bilgilerin olduğu bir alan olarak görmek oldukça yanlıştır. Tarih projeleri bir yenilik getirmelidir ve yaratıcı olmalıdır. Tarih projeleri, yazılı, görsel ve maddi kaynaklara dayandığı gibi sözlü kaynaklara da dayanabilir. Proje gerçekçi olmak zorundadır. Hazırlanan projenin belirli bir amacı olmalıdır. Proje, plan ve faaliyetleri belirli bir amaca yönelik olmalıdır. Bir projenin, başlığı özeti, amaç ve hedefleri, konusu ve kapsamı, özgün değeri ve yöntemi olmalıdır. Projelerin belirli bir yönetim düzeni, görev dağılımı, iş paketleri ve süreleri vardır.

Tarih Yazımında Atıf, Dipnot ve Kaynak Gösterme

Dürüstlük ve tarafsızlık, açıklık ve şeffaflık, adalet ve hakkaniyet, erişilebilirlik ve denetlene bilirlik, evrensellik, objektiflik gibi niteliklere uygun olarak bir araştırmacı bilimsel anlamda etik davranış göstermiş olabilir. Yaptığı çalışmalarda, şöhret, kar sağlama, kendini yüceltme ve unvan elde etme gibi bir araştırmacının temel amacı bunlar olmamalıdır. Bu oldukça yanlış davranış biçimidir. Bu sürece kaynak taraması; herhangi bir bilgiyi nereden aldığını göstermesi de kaynak göstermek olarak nitelendirilebilir. Önceden yapılmış olan ve yararlanılan çalışmalara atıf yapmak gereklidir. Böylece okuyucular ortaya konan bilginin doğruluğunu güvenirliğini tarafsızlığını ve objektifliğini anlamış olacaktır. Böylece çalışmayı sürdüren kişi kullandığı kaynakların emeğine saygı göstermiş olacaktır. Bu konunun etik tarafı olduğu gibi yasalarla da yasal kısmı da bulunmaktadır. Dipnot, atıf yapmak ve kaynakça gösterme biçimleri çalışılan alan üzerinde küçükte olsa farklılıklar gösterebilmektedir. Belli bir sistemle, dipnot, atıf ve kaynakça göstermek bilimsel iletişimi güçlendirecektir. Doğrudan alıntı ve dolaylı alıntı araştırmacının diğer kaynaklardan alıntı şekilleri olarak belirtilebilir. Atıf şeklinde metnin içinde, dipnot şeklinde sayfanın altında, dipnot şeklinde kitabın sonunda ve dipnot şeklinde bölüm veya makalenin sonunda olmak üzere dört farklı şekilde bilimsel araştırmalarda atıf, dipnot ve kaynak gösterme teknikleri olarak yapılabilir. Kitaplar, süreli yayınlar, arşiv belgeleri, gazete haberleri ve yazıları ve internet kaynakları CMS sistemine göre kaynak olarak gösterilebilir. Bilimsel bir çalışmanın sonunda yararlanılan kaynakların tüm künyesi içerecek şekilde sıralı olarak verilmesine de kaynakça denmektedir. Kitaplar, tek ve iki yazarlı süreli yayınlar tezler, gazeteler ve arşiv belgeleri olmak üzere farklı gruplara ayrılabilir.

Tartışma: Bir Tarihçi Nasıl Konu Tespit Eder

Bir tarihçi yapacağı çalışmaya öncelikle konu tespit ederek başlamalıdır. Yapacağı çalışmanın en önemli parçası konu tespitidir. Çünkü herhangi bir konu belirlemeden konuya başlaması mümkün değildir. Yapacağı iyi bir konu tespiti yapacağı çalışmada pek çok avantaj sağlar, tarihçiyi bir adım öne taşır. Tarihçi çalışacağı uzmanlaşmak istediği alan hakkında genel bir birikimine sahip olmalıdır. Çalışmaya yapacak olan tarihçi, iyi bildiği bilgi sahibi olduğu konunun dışına çıkarsa oldukça zorlanacaktır. Eğer araştırmacı bir bilgi sahibi değilse ve bir alanda uzmanlaşmak istiyorsa, daha önce konuyla ilgili eserleri iyi okumalı ve analizini ederek kendine yol çizmelidir. Tarihçi kafanda belirlediği konu ile alakalı kaynak ya da eser okuması yaparken sadece bir şeyi düşünerek yapmalıdır. Çalışma yaptığı alanda bilgi taraması yapmalı karşısına çıkan ilginç ve önemli bilgilerin tespitini yapmalıdır. Araştırmacı, öncelikle o konu hakkında asgari niteliklere sahip olmalıdır. Örneğin Türk tarihi hakkında çalışacak olan kişi Çince bilmelidir. Bilmiyorsa oldukça zorlanacaktır. Başka bir örnek verecek olursak Osmanlı tarihi üzerine çalışacak olan kişi Osmanlıca bilmelidir. Konuyu tespit ettikten sonra diğer aşama konuyla ilgili ne kadar kaynak bulunduğudur. Çünkü yetersiz kaynak bulunması çalışmayı zorlaştıracaktır. Aday konu ile ilgili bir diğer kural ise, üzerinde çalışılacak olan konunun çalışmaya değecek kadar önemli olup olmadığıdır. Çünkü tarihçi önemli bir miktarda emek harcayacak ve zaman harcayacaktır. Bu yüzden önemlidir. Dördüncü prensip ise, seçilecek olan konunun daha önce çalışılmış olmamasıdır. Bir diğer prensip, üzerinde çalışılacak olan konuyu sevmemizdir. Çalışma yapılması için son prensip ise, güncel hadiseler, tarihçinin çalışmasını yaptığı dönemde kamuoyunda tartışılan ve konuşulan meseleler, günlük siyasi olaylar ve bunların tarihsel temellerinin tespit edilmesine yönelik merak duygusu göz ardı edilmemesidir.

Tarih Araştırmasında Bilginin Temini ve Tasnifi

Tarihçi bir tarihsel çalışma yaparken, sunduğu hipotezin doğruluğunu ispatlamak için bir takım bilgi ve malzeme toplar. Topladığı bilgi ve bir takım malzeme yapacağı çalışmanın temellerini oluşturmaktadır. Üzerinde yaptığı çalışma için olabildiğince detaylı, amacına yönelik ve kapsamlı olması sağlıklı olacaktır. Bir sağlıklı çalışma da edindiği malumatı kayıt altına alması ve düzenlemesidir. Bunu somutlaştırmak için, kaynak kitaplar, arşiv belgeleri, yazıtlar ve maddi kalıntı gibi örnekler verilebilir. Tarihsel bir çalışma yaparken kaynaklardan bilgi toplamak ve bu bilgiyi belli bir düzene göre sınıflandırmak oldukça önem teşkil eder. Tarihsel çalışma yapacak olan araştırmacı, çalışmasıyla ilgili dönem, yer ve mesele gibi bilgilere hakim olursa bu çalışma açısından sağlıklı olacağı gibi araştırmacının da işini kolaylaştıracaktır. Yapacağı çalışma öncelikle bir taslak olarak hazırlanmalıdır. Araştırmacı yani tarihçi üzerinde çalışacağı çalışma için planladığı konuyla doğrudan alakalı eserlerden yararlanmaya başlamalıdır. Günümüzde gelişen teknoloji ile birlikte yer alan bazı bilgisayar programlarıyla birlikte tarama yapmak, bilgi kayıt etmek ve tasnif etmek tarihçiler için oldukça kolaylık sağlamaktadır. Araştırmacı bilgisayar programlarını kullanarak istediği bilgiyi kolaylıkla sınıflandırabilir ve tarama yapabilir. Yeniden ihtiyaç duyduğunda bu bilgilere hızlı ve kolay bir şekilde ulaşma imkanı bulabilir. Araştırmanın devam eden aşamasında biriktirilen malzemenin tasnifinin yapılması gerekir. Dolayısıyla araştırmacı bir yandan yazım aşamasını sürdürürken bir yandan da yeni küçük araştırmalar yapma gereği duyacaktır. Yazı daha çok ilk kapsamlı araştırmaya ve ayrıca gerekli görülmesi halinde yapılacak alt araştırmalara dayanarak gelişir, ilerler ve tekemmül eder. Bu yüzden tarihçi etkili ve yararlı çalışmalar yaparak sunmalıdır

Tarih Araştırmasına Başlamak

Tarihçi, belgelerin uçsuz bucaksız bir yığını ile karşı karşıyadır. Bu yüzden geçmiş yabancı bir gezegen olarak görülmektedir. Tarihsel araştırmalarda bir hipotez oluşturulurken tarihçi, kaynaklarda bulunan deliller kendi fikirleri ve düşünceleri arasında bir denge kurmak zorundadır. Örnek verecek olursak, bir tarihçinin birey olarak ulusal kimliği, dini inancı ve siyasi görüşü vardır. Bir tarihçinin kişiliği ve kişisel çıkarları da araştırmaların odaklandığı noktaları etkilememektedir. Tarihsel çalışmanın konu ve hipotezini belirlemek için düşünce ve öz eleştiri noktasında büyük bir anlaşma gerekmektedir. Tarih hiç şüphesiz tarihçiler tarafından oluşturulmaktadır. Bu yüzden tarihi tek bir varlık olarak düşünmek zorunludur. Bir kısım tarihçiler, tarihin tek bir geçmişten ibaret olduğunu ve bu tarihi de yeniden inşa edilebilir olduğunu düşünmektedirler. Diğer bir deyişle, tarih geçmişin yeniden inşası için bir araçtır. Fakat tarih bir bilmece kadar basit değildir. Fakat geçmiş ile tarihi ayırmak önemlidir. Tarih, geçmişte ne oldu sorusunun kesin cevabı için bir yol değildir sadece titiz bir çalışma için araçtır. Geçmiş ziyaret edilecek bir alan değildir. Geçmişe dönmek mümkün değildir. Tarihsel çalışmanın coğrafi sınırlarını tanımlamak büyük derece önemlidir. Tarihsel bir çalışma yapmak için gerekli dilleri bilmek gereklidir. Fakat bilinmese de Türkçe çeviriler sayesinde çalışma yapmak mümkündür. Tarihsel çalışma için zaman bir sınırlama objesi olabilir. Fakat tarihçi ‘Hangi dönemde çalışma yapmalıyım?’ sorusuna cevap bulmalıdır öncelikle. Son olarak, araştırmacı hangi tarihsel yaklaşımları kullanacağına karar vermesi tarihsel bir projenin kronolojik ve mekânsal özellikleri yardımcı olabilir. Bir tarih araştırmasını diğerlerinden ayıran en önemli fark birçok bileşenden oluşmasıdır. Tarihsel bir çalışmada hipotez geliştirme süreci, hipotezi tanımlamak ve kaynakları belirlemek önemlidir.

Sosyal Ağ Analizi

Teknolojinin gelişmesiyle birlikte internette gelişmiştir ve dolayısıyla sosyal ağ denilen bir kavram ortaya çıkmıştır. İnsanları anlamanın en iyi yolu bağları incelemektir. Sosyal ağlar insan yaşamının merkezindedir. En büyüğünden en küçüğüne kadar sosyal ağlar, işlev, hareketlilik ve kendine özgü yapısı olan insanın merkezindeki bir alandır. Sosyoloji, antropoloji, psikoloji, tıp, ekonomi, biyoloji ve iletişim sosyal ağ analizinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de ise sadece tarih alanında değiş diğer sosyal bilimlerin alanlarında da yeni yeni karşımıza çıkmaktadır. Tarihçiler sosyal ağ analizini, belirli kaynak grupları üzerinde kullanabilir. İnsanlar kendi çıkar ve amaçlarının peşinde koşarken konum ve otoritelerini genişletir veya dönüştürürler. Sosyal ağ analizi, uygulama, kavram ve yaklaşımları tarih alanında içerisindeki kişiler ve aktörler aralarındaki ilişkiyi gösteren gazetelerden, kadı sicillerine ve kefalet defterlerine kadar farklı kaynak gruplarında denenebilir.

Tarihte Bilgisayarlaşma: Temel Kavramlar ve Örnek Uygulamalar

Tarih biliminde bilgisayar kullanımı 1950’li yılların başında kullanılmaya başlanmıştır. Günümüz de bilgisayar kullanımı ise hemen hemen her alanda olduğu gibi tarih biliminin olmazsa olmazıdır. Günümüzde hemen hemen herkesin kullandığı Facebook’un kurucusu bir tarih bilimcisidir. Birçok tarihçinin yapamadığı bir işi başarmıştır. Metodolojik, elektronik iletişim ve kaynak olmak üzere bu üç madde tarihte bilgisayara dayalı projeler olarak sınıflandırılır. Günümüzde herkesin kullandığı internet, bütün bilimsel alanlarda kullanılan güçlü bir kaynak olmuştur. Artık çoğu bilimde olduğu gibi tarih biliminde de masaüstü çalışmaların yerini web tabanlı çalışmalar almıştır. Dünyadan ve Türkiye’den örnek proje ve uygulamalara, görüntü ve dosyalama, bibliyograf tanımlama, işbirliği ağı, kavramsal modelleme, ve yapay zeka örnek olarak verilebilir. Günümüzde teknoloji ve bilgisayarda gelinen noktada, internet ve bilgisayar tüm bilim alanlarının vazgeçilmezi halindedir. Artık tüm bilimlerle geri dönüşü olmayacak şekilde bütünleşmiştir. Bu bütünleşen alanlara tarih bilimi de dâhildir. Teknolojinin ve özellikle bilgisayarın gelişiminde üniversite mezunu olan bilim insanları yapmıştır. Dünyada bilgisayar kullanımı bilim için kullanılıp daha sonra eğlence alanına yönelirken Türkiye’de ise durum tam tersi olup önce eğlenceye daha sonra bilim alanlarına yeni yeni geçmiştir. Ülkemizde bilgisayarı en son benimseyen bilim dallarıdır. Bu sebeptendir ki tarihte uygulama sayısı azdır.

Muhteva Analizi

Bir ya da daha fazla bir dizi metin içindeki kelimelerin varlığını kullanım sıklığını ve aralarındaki ilişkileri belirlemek için kullanılan bir metottur. Bu metot sayesinde belirledikleri kelimeler kavramlar veya ibarelerin metin içindeki varlığını sayıya dökebilir. Anlamlarını ve aralarındaki ilişkileri tahlil edebilir. Bu metot sayesinde metnin vermek istediği mesaj, yazarı hatta metnin vermek istediği mesajı ve hatta metnin yazıldığı dönemi dahi bilmek mümkündür. Kavram analizi belirli aşamalardan geçerek yapılır. Öncelikle araştırma sorusunu belirlemek ve analize tabi olan örnek metin veya metinleri seçerek başlanabilir. Daha sonra yapılacak olan analizin düzeyini belirlemek gerekir. Sonrasında kavramlar arasında nasıl yapılacağına karar verilmelidir. Son olarak da metni kodlama ve sonuçları tahlil edilerek kavram analizi edilebilir. Kavram analizi yapılırken araştırma sorusunu belirlemek gerekmektedir. Bu soru araştırmanın nereye ve ne için yapılacağını gösterir. Araştırma sorusunu belirledikten sonra araştırmacı sorusunun cevabını bulacağı metne yönelmelidir. Metinlerin analizi bilgisayar aracılığıyla yapıldığı için büyüklükleri sıkıntı olmamaktadır. Yüzlerce sayfa kitaplar, metinler ve tarihsel belgeler bilgisayara yüklendiğinde sıkıntı olmamaktadır. Tesadüfi örnekleme, düzenli örnekleme, kategorileşmiş örnekleme gibi örnekleme teknikleriyle işlenecek verinin yükünü azaltmak mümkündür. Metin seçiminden sonra araştırmacı metni kategorilere ayırmalıdır. Daha sonra kodlanacak verilerin sayısına karar vermelidir. Anahtar kelime bağlamı, kelime kullanım sıklığı, varlık-yokluk belirlenmesi ve sonuçların tahlil edilmesi gibi kurallarla kavramların bağlamlarını, sıklıklarını veya varlık-yokluklarının mı belirleneceğine karar vermelidir. Muhteva analizi, yaygın olarak 1960lı yıllarda kullanılmaya başlanmıştır. Bu tarihten sonra bilgisayarın her alanda yaygınlaşmasıyla muhteva analizi bu alanda kullanılmaya başlanmıştır.

Anlatı Analizi

Yaşadığımız süre içerisinde kendimizi diğer insanlara ifade etmek anlatmak için bazı yollara başvururuz. Sözlü anlatılardan ziyade daha geniş kitlelere bunu yansıtabilmek için hatırat ve otobiyografi gibi yazılı anlatı türlerine başvururuz. Günümüzde teknolojinin gelişmesiyle birlikte sosyal medya ile birlikte bu durum artık gündelik bir durum haline gelmiştir. Bunun haricinde sosyal bilimlerin birçok alanında akademik bir veri elde edebilmek içinde anlatılardan yararlanırız. Fakat her ifade biçimi anlatı olarak nitelendirilemez. Anlatının öncelikle bir öyküsü olmalıdır. Bir olay örgüsünün anlatı olarak nitelendirebilmesi için öncelikle belli bir amaca yönelik olması ve zamansal ya da mekânsal olarak bir izleği takip etmesi gerekmektedir. Her anlatı belirli bir görüş açısından bir düzenleme yapılarak sunulmalıdır. Anlatı, sosyal bilimlerin farklı alanlarında nitel veri toplama yöntemlerinden biri olarak karşımıza çıkar. Anlatının analizi iki farklı şekilde yapılır. Araştırmacı belirli bir amaca yönelik olarak seçtiği katılımcıların kalıp soruların dışına çıkarak tamamen ucu açık sorular sormasıdır. Yaşam öyküsünü ya da bu öykünün bir bölümünü sosyal bilimlerin herhangi bir alanına konu etmelidir. Diğer yol ise, araştırmacı olan kişinin bağımsız olarak günlük, hatırat ve otobiyografi gibi anlatı türlerini kullanmasıdır. Tematik analiz, yapısal analiz ve etkileşimsel analiz olarak üç farklı gruba ayırmamız mümkündür. Anlatı analizinde ilk hedef araştırma konusunun belirlenmesidir. Araştırma konusuna uygun bir dinleyici bulunmalıdır. Böylelikle daha verimli olacaktır. Anlatıyı yapacak olan kişi, Anlatı kimin için yapıldı? Me amaçla yapıldı? Nasıl oluşturuldu? Anlatı nasıl sonuçlandırılmıştır? Boşluklar ya da tutarsızlıklar var mıdır? Gibi soruları öncelikle kendine yöneltmesi gerekmektedir. Kendi içerisinde anlamlı olan bu süreç epistemolojik çerçevede değerlendirilmelidir.

Tarihsel Kuram Oluşturma ya da Gömülü Teori

Tarihçiler tarih yazımında iki tür yaklaşım sergilemektedir. Bunların ilki, tarihsel kurallar çerçevesinde tartışmalardan yola çıkarak elde edilen kaynakların doğruluğunu ispatlamaktır. Diğeri ise, sosyalliğin ön kabullerden ziyade doğrudan çalışmalarda ortaya çıkan bulgulardan çıkarım elde ederek kuram geliştirmektir. Araştırmacının tezini üretme süreci, ilk veri toplama sürecinde tümevarım kategorileri geliştirip, tümgelimi içermesidir. Gömülü teori ise, temelinde tümevarımsal bir model iken tümgelimin de kullandığı görülür. Kuram geliştirmek için tümevarım esas araç olarak kabul edilir. Kuram geliştirirken sık sık tümden gelim zorunlu olacaktır. Tarihçi gömülü teoriyle tarihsel kavram geliştirirken üç yöntem vardır. İlk verinin toplanmaya başlamasından sonra verilerin analizi süreci de başlar. Bu sürecin ilk aşamasını kategoriler oluşturur. Daha sonra bir dizi oluşumun takip edilmesi gömülü teorinin ikinci aşamasını oluşturur. Eksensel kodlama sürecinde ortaya çıkan kategorilerin kavramsallaştırılması gömülü teorinin son aşamasını oluşturur. Gömülü teorinin tarihçinin belirlediği konu ile ilgili veri toplama sürecini sistematik hale getirir. Çoğu tarihçi geçmişin belgeleri üzerinden anlamlar inşa etme sürecinde sadece mantıksal kurgularla hareket eder. Gömülü teori, hali hazırda geleneksel tarih alanlarından daha az tercih edilmekte ve kullanılmaktadır. Gömülü teori hakkında az bilgiye sahip olunan konuların kuram haline getirilmesinde kullanılmaktadır. Bu alan, tarihçinin yeni kavramlar üretmesine yardımcı olur. Bu yöntemle birlikte tarih çalışmalarında nitelikli bilimsel ürünler çıkacaktır.

Saha Araştırmaları ve Etnografyanın Tarihte Kullanımı (Akif PAMUK)

Tarihçinin ilgi alanı ile tarih yazımının konusu değişir hiç şüphesiz. Yani tarihin öznesinin kim olduğudur. Son 20 yıla bakıldığında tarihin konusu büyük kişiler ve toplumlardan ziyade bireysel ve öznelliğe dönmüştür. Tarihin konusu toplumsal yapılardan ve süreçlerden geniş anlamda gündelik yaşam kültürüne doğru kaymıştır. Normal insanlara dikkat yöneltildikçe tarih biliminin konusu tekrar insani bir çehreye bürünmüştür. Bu sayede tarih, anlam arayışında olan bir yorumlayıcıyı bir perspektife tarihçide bu anlamı inşa eden kişi kılığına büründü. Tarihin konusu kültür tarihine doğru kaymıştır. Tarihin sıradanlaşması tarihsel metinlerin etrografik metinler haline dönmesi sağlandı. Etnografya insanlığın yaşam biçimlerini betimlemeye ve anlamaya çalışarak sahadan üretilen tarihsel bilginin bir izleğini oluşturmuştur. Bir insan topluluğunun bir kültür ortaya çıkaracağını önerdikten sonra araştırmaların insanın merkezine insanın ürettiği kültürü yerleştirmeyi sağlamıştır. Toplulukların kültürü merkezi bir hale gelmesi etnografyayı disiplinli bir çalışma alanına dönüştürmüştür. İlk dönemlerde antropologlar ilkeldi. Zaman ilerledikçe antropologlar medeni bir kılığa bürünerek toplumların gelişiminin hangi aşamada olduklarını belirleyen veri sağlayıcıları haline geldiler. Zamanla değişen ve farklılaşan etnografya geleneği günümüzde sömürge çalışmaları, marjinal gruplar ve göç çalışmaları üzerine çalışmıştır. Türkiye’de antropolojinin ve etnografyanın en popüler zamanları 1930’lu yıllardır. Etnografya çalışmalarında amaç, belirli bir kültürü tanımlama ve yorumlamaktır. İncelenen kültüre ait kavramlar, değerler, yaşantılar ve süreçler bu alanın odak noktası haline gelmiştir. Bu alanda veriler nitel verilerden elde edilerek toplanır ve çalışmalar bunun üzerine yürütülür.

Tarihsel Tarama

Tarihe ilişkin metotların ve yöntemlerin sosyal bilimlerin farklı bir alanında kullanılmasına tarihsel tarama denmektedir. Modernizm ile birlikte sosyal bilimlerin, birbirinden farklı metodoloji ve yöntemleri olan bağımsız birer disiplin haline gelmiştir. Her geçen gün karmaşıklaşan dünya düzeni sosyal bilimler sayesinde anlaşılır bir hale getirilmeye çalışılmaktadır. Modern dönemde tarihsel yöntemin kullanımı, disiplinler arası çalışmalarda en sık başvurulan araştırma stratejileri arasında yer almaktadır. Tarihsel tarama yaparken herhangi bir konu üzerinde çalışırken geçmiş ile bugün arasında sağlam bir bağ kurmaktadır. Tarihsel tarama günümüzün sosyal ve kültürel sorunlarını daha iyi anlaşılmasını sağlar. Tarihsel tarama sosyal bilimcilerin araştırmalarının bazen bir kısmında bazen de bütününde kullandığı yöntemdir. Tarihsel taramanın sosyal bilimlerde kullanılan diğer veri toplama yöntemlerinden önemli bir farkı ise yeni veriler oluşturmak değil var olan verileri kullanarak çalışma yapılmasıdır. Tarihsel taramanın ilk aşaması önemli araştırmaların bir olgusunun belirlenmesidir. Diğer bir aşama ise hipotez veya araştırma sorunlarını geliştirmek ve bize yol gösterecek teorik bilgileri belirlemektir. Sonraki bir aşama ise veri arama ve toplama kısmıdır. Tarihsel araştırmanın son kısmı ise bulunan verilerin yorumlarıyla birlikte araştırma sonucunu destekleyecek bir rapor hazırlanmasıdır. Tarihsel tarama geçmiş ile günümüz arasında bir köprü oluşturmaktadır. Tarihsel taramanın diğer tarihsel çalışmalarda olduğu gibi belirli kurumların arşivlerini, kayıtlarını ya da basılı yayınları gibi sistematik kaynaklardan veriler toplanarak çalışmalar yapılır. Son yıllarda sosyal bilimler alanında yapılan çalışmalar incelendiğinde bir sorun ya da konunun tarihsel süreç içerisinde izlediği seyri imleyen çalışmalar yapıldığı gözlenmektedir.

Psikotarih

Psikoloji ve tarih bilimlerinin bir arada çalışmasına psikotarih denir. Tarihin psikolojik çerçevede okunması ve yazılmasıdır. Tarihe psikolojinin gözlükleriyle yaklaşması ve tarihsel kişiyi olay ve olguların psikolojik olarak ifade eden bilim dalıdır. Psikoloji verilerinin tarihe dahil edilmesidir. Önemli bir alandır. Tarih yazımında önemlidir. Psiko tarih ile tarih bilimi arasında bir uçurum vardır. Psikotarih alanına genellikle psikologlar ilgi duymaktadır. Psikotarihin başlangıcı, psikoloji alanının temellerine kadar dayanır. Psiko analizden elde edilen kavramların verilerin tarih bilimine aktarılması ve çalışılması psiko tarih alanının yapıtaşlarıdır. Dünyanın birçok yerinde psikotarih yazımı ve uygulaması yapılmaktadır. Türk tarihçiliğinde ise oldukça yenidir. Henüz düzgün altyapı olmaması dolayısıyla yeni yeni gelişen bir pozitif bilim dalıdır. Türkiye’de çalışmalara yapan usta isimlere örnek olarak Vamık Volkan, Ahmet Çelikkol, Bilgin Saydam ve Bülent Somay gibi isimleri verebiliriz. Psikanaliz tarihçilere pek çok şey öğretmektedir. Fakat psikanaliz oldukça zor bir alan olduğu için üzerine tarih bilimi inşa etmek problemler meydana getirecektir. Psikotarih, aile ve çocukluk gibi konuların araştırılmasında psikanalizn olumlu ve tarihsel bir kavrayışı katkıları olacaktır. Psikanalizin tarih alanı içindeki olay ve olgulara uygulandığında çok önemli katkılar katabilir. Bu alanda çalışacak olan kişi bazı özelliklere sahip olmalıdır. Tarihçinin insanın doğası ile yaklaşımlara sahip olması gerekir.

Biyografi

Biyografi insanlar uğraşır. İnsan ilişkileri ve hayatını konu alır. Yani başkasının hayatını tecrübeleriyle konu alır. Biyografi ya geçmişte yaşan insanların ya da kişilerin geçmişini konu aldığı için tarih biliminin de ilgi alanı içindedir. Bu alan İslam dünyasında Hadis ilmi ile yapılmaktadır. Hz. Peygamberin hayatını konu edinir. Tenkit sayesinde Peygamberin yaptıkları ve söyledikleri titizlikle tespit edilmiş ve hayatı siyer kitaplarında öykülendirilmiştir. Tarih başlığı altında yazılan çoğu kitap biyografi niteliğindedir. 20. Yüzyıla kadar genellikle büyük şahsiyetlerin, kahramanların ve devlet büyüklerinin hayatı konu edilmiştir. Tarih yazımı insansız düşünülmesi imkansızdır. Biyografi bir yorumdur. Hayatı yazılan kişiyi yorumlar. Biyografi yorucudur, hayatı yazan kişiyi yorar. Yazarın kendi sosyal hayatında başka insanlar hakkında dikkatli bir gözlemci olmasını ister. Yazarın, hayatını yazdığı kişiyle hiç kimsenin olmadığı kadar yakın olmalıdır. Tarihçiler, genellikle hayat yazımının gerektirdiği alt yapıdan yoksun olarak yetişmektedir. Biyografi yazmak için tarihçi olmak yetmemektedir edebiyattan psikolojiden sosyolojiden, coğrafyadan ve toplum bilimleri gibi alanlardan biraz da olsa bilgi sahibi olmalıdır. Hayatı yazılan kişinin mesleği, kariyeri ve eğitimi hakkında bilgi sahibi olunmalıdır. Biyografi özgün olmalıdır. Tarih ve biyografi ayırt edilemeyecek derece de iç içedir. Kitaplar, resmi yazışmalar, not defterleri, mektuplar ve ölüm ilanları gibi hayata dair her şeyden bilgi çıkarılmalıdır. Biyografi yazmak için önce yazılacak kişi seçilmelidir. Daha sonra yazılacak kişi hayat arkadaşın gibi olmalıdır. Onunla ilgili her şey öğrenilmeli okunmalıdır. Akademik olarak çalışılmalıdır. Cümleleri arıtarak ve damıtarak üsluplu olunmalıdır. Üslup ve ihtisas okudukça ve yazıkça gelişecek şeylerdir. Biyografi yazmadan önce biyografi yazanların yazıları okunmalıdır. Başlarken küçük biyografiler yazılarak başlanmalıdır.

Mikro Tarih

Mikro ve tarih kelimelerinin bir araya getirilmesiyle meydana gelen mikro tarih alanı, kültürel ve ekonomik anlamda yeni bir sosyal tarih yazıcılığıdır. Bu alan bir günde oluşmamıştır. 1960 ile 1970 li yıllardaki dünyada siyasi ve toplumsal yapı değişimlerinin kazandırdığı bir alandır. Türkiye’de bu alanda çalışmalar yapılsa da Türk Dil Kurumu ve Tarih Terimleri sözlüğü gibi yerlerde henüz kullanılmamaktadır. İsmiyle bağdaşmayan bu tarih alanı bireysel insanların kaderiyle değil sadece, detaylı bir inceleme ile mümkün olabileceğini savunmaktadır. Mikro tarih alanı, tarihe sosyal, ekonomik ve kültürel anlamda yeni bir yaklaşım kazandırmıştır. Bu alan niceliksel yöntemler kullanarak milyonlarca insanın yaşamını irdeler. Mikro tarihçiler, büyük ölçekli nicel araştırmaları kişisel düzeyde gerçeği saptırdıkları için eleştirerek ilgilerini küçük yerleşim birimlerine ve bu yaşamlarını nasıl kazandıklarına yöneltmişlerdir. Mikro ve makro tarihi kıyaslamak doğru değildir. Çünkü bir yazım türünü diğerinden üstün tutmak doğru değildir. Tarih yeni bir yaklaşım sunan mikro tarih alanı yeni olduğu için doğal olarak eleştirilere maruz kalmıştır. Mikro tarihin ülkemizdeki ilk izleri 70’li yıllara dayanmaktadır. Türkiye’de konusu, sokak tarihleri, polisiye cinayetler, cadde tarihleri fesin tarihi gibi alanlarda yazılmıştır. Mikro tarih üzerine çalışmalar ülkemizde hızla artmıştır.

Kent Tarihi

Kent tarihi, disiplinli yaklaşımları zorunda kıla özelliğiyle tarih yazıcılığının en ilginç ve çok hızlı gelişen bir dalıdır. Kent tarihi alanı, geçmişi çokta eski değildir. Coğrafya, mimari sanat tarihi, sosyoloji ve arkeoloji gibi sosyal bilim alanlarının sınırlarını zorlayan ilginç bir alandır. Sayısı hızla artan ve sosyal yapısı hızla değişen kentleri konu almaktadır genelde. Bu alanda belirli bir bölge, kasaba ve kentin sosyal yapısını inceler. Kent tarihçiliğinin Avrupa’da en verimli yılları 1980’li yıllardır. 20. Yüzyılda kent tarihi ile ilgili yapılan çalışmalar yeni yeni hız kazanmıştır ülkemizde. Kent tarihinin yazımı 1870’li yıllarda başlasa da daha sonra ilgi görmeye devam etmiştir. Türkiye ise 1980’li yıllardan itibaren batıyla kıyaslanamaz olsa da önemli ölçüde ilerleme kaydetmiştir. Bu alanda gelişme sağlayan yazarlar Ömer Lütfi Barkan, Mustafa Akdağ, ve Halil İnalcık gibi isimlerdir. Kentsel tarih, iklimsel, yer bilimsel, nüfus birimi gibi dallara ayrılmaktadır. Türkiye’de yapılan çalışmalar genelde Anadolu üzerinedir. Kent tarihi üzerine yaygın metodolojik eksiklikler bulunmaktadır. Günümüz tarihine gelindiğinde kent tarihi çalışmalarında teorik yaklaşım arayışları yavaş yavaş kendini göstermektedir. Son zamanlarda kent tarihi alanına ilgi oldukça artmaktadır. Bu yüzdendir ki bazı üniversitelerde kent tarihi bölümün açılmıştır. Kent tarihi yazımı oldukça uğraşılıdır. Bir kent tarihinin konu edilen bir kentin bütün özellikleri ve nitelikleriyle açıklaması oldukça zordur. Bu alanda çalışırken kent mekanında meydana gelen olaylara yer verilmelidir. İdeal bir kent tarihi yaklaşımı ve metodu yoktur. Bu alanın çerçevesi çizilememektedir. Tarihçiler, sanayi kenti, İslam kenti, Türk kenti gibi bölümlere ayırmıştır. Bir kentin tarihinin yazmak isteyen tarihçi son derece karmaşık bir tarihsel yapıyla karşı karşıyadır. Tarihçi konuyu yalınlaştırmak zorundadır. Görsel, yazılı ve sözlü kaynaklar birbirinden üstün tutulmamalıdır.

Sözlü Tarih

Sözlü tarih bilinmeyeni ortaya çıkarmak sır olan şeyleri açık etmek yani kısacası bir veri yokken aydınlatma ve kanıtlama şeklidir. Sözel olduğu için hafızada kalması zordur. Yani tarihin zor bir alanıdır. Modern tarihten öncesi toplumların sözlü yetenekleri oldukça güçlüdür. Sözlü tarih yazılı kaynakların yokluğunda devamlılık sağlayan önemli bir alandır. Fakat kötü olan şudur ki sözlü tarihten yazılı tarihe geçişte her şey yazılı tarihe aktarılamamıştır. Bu alan yazılı tarihin unutturduğu ancak toplumun hafızasında yer edinmiş olayların tarihin bir uğraş alanı haline gelmesini sağlamıştır. Sözlü tarih zaman içerisinde belli dönüşümlere uğramıştır. Bu teknolojinin gelişmesiyle birlikte daha da ortaya çıkmıştır. Sözlü tarihin kötü yanı, kayıtlara geçerken yüzde yüz doğru olmamasıdır. Teknolojinin gelişmesiyle sesli kayıt cihazlarının artmasıyla bu alanda gelişim sağlamış ve tarih bilimine önem katmıştır. Önceden anlatıcının hikâyesini not almak gerekirken günümüz teknolojisiyle buna gerek kalmamıştır. Not alırken maalesef her şeyi tam olarak yazmak imkânsızdır. Buna proto sözlük denilmektedir. Sözlü tarihin kurucusu Paul Thomson’dur. Geçmişin tarihi adlı eseriyle sözlü tarihin yerini bir kez daha göstermiştir. Sözlü tarih Türkiye’de 1990’lı yıllarda başlamıştır. Tarih vakfı öncülük etmiştir. Son 25 yılda televizyon sözlü tarih alanını etnik, dini, toplumsal cinsiyet ve sınıfsal üzerine yaptığı çalışmalar ortaya çıkmıştır. Sözlü tarih alanına her ne kadar sözlü denilse de okuyucularının karşısına yazılı olarak çıkmaktadır. Ayrıca sadece sözlü kaynaklara başvurmaz. Sözlü tarih alanında çalışırken verilmesi gereken en önemli mesaj ‘herkesin bir tarihi’ olduğudur. Sözlü tarih alanında çalışırken her ailenin mekânın ve toplumun bir tarihi olduğunu ve bu tarih bilgisine de insanlarla konuşarak ulaşılabileceğidir. Konuşulacak olan konunun bağlamını kapsamını ve uzantılarını bilmek konuşmacıyı rahatlatır.

Kliometri

Yeni bir tarih anlayışı olan kliometri, Fransa’da kurulan bir dergiyle aralanmıştır. Kliometri, modern istatiksel tekniklerin tarihe veya tarihsel verilere uygulanması demektir. Kliometristler bilgisayarlardan ve gelişmiş programlardan yararlanmaktadır. Bu sebepten ötürü en çok iktisatçıların işine yaramaktadır bu yöntem. Sosyal kurumların performansı ve yapısı kliometrinin konusu olmuştur. Bir bulgu incelenirken konunun niteliğinden ziyade iktisat teorisinin tarihsel verilere uygulanması gerekmektedir. Kliometrist iktisat teorilerini tarihsel gerçeklere uygulayan bir iktisatçı demek daha doğrudur. Kliometristler, çalıştıkları konu üzerinde farklı bakış açıları geliştirirler. Kliometrik metodolojisinin kurucusu Robert Fogel olarak bilinmektedir. Kliometri iktisat biliminin bir alt dalıdır aslında, fakat bunu tarih bilimine uygulamak önemlidir. Tarih alanı için önemlidir. Türkiye’de ilk olarak Şevket PAMUK Osmanlı-Türkiye adlı eseriyle üç bine yakın inşaat işçilerinin günlük ücretlerini ve satın alma güçlerini belirli bir süreçte incelemiştir. Yani kliometri tarihteki sayısal verilerin analiziyle ilgilenmektedir. Kliometri, kendisinden önceki farklı tarihsel yaklaşımlar gibi geçmişe farklı bir perspektif bakma fırsatı sunar. Tarihçilere düşen sorumluluk, kliometrinin iktisat tarihine getirdiği bakış açısını diğer alanlara da uygulamaktır. Özet olarak kliometri tarihin sayısal metodudur.

Karşılaştırmalı Tarih

Karşılaştırmalı tarih, modernleşme, devrim, milliyetçilik gibi kavramları birden çok örneklerle zaman mekan kavramlarına göre karşılaştırmasıdır. Karşılaştırmalı tarih, Aristo ve Vico gibi antik çağlardan beri kullanılan bir alandır. Karşılaştırmalı tarih dalını aslında en çok kullananlar sosyologlardır. Sosyologlar, bu yöntemle sosyolojiyi tarihleştirmek istemişlerdir. Karşılaştırmalı tarih yöntemiyle tarihçiler sosyologlarla işbirliği yapmaktadır. Karşılaştırmalı tarih, zaman ve mekân açısından iki farklı örneği ele alarak ve aynı etkilere maruz kalan hatta ortak kökenlere sahip olanları karşılaştırmak üzere iki farklı yöntemle yapılır. Karşılaştırmalı tarih, büyük toplumsal olaylara ve geniş süreçlere odaklanır. Örnekler açık bir şekilde ortaya konmalı ve doğru şekilde yapılmalıdır. Tarihsel bir kronoloji içerisinde temellendirmelidir. Karşılaştırılacak örnekler için belli ölçütler belirlenmelidir. Karşılaştırmalı tarih yönteminin düzenleme ve açıklama gibi başlıca iki amacı vardır. Bu alanda doğru örnekler seçilmesi oldukça önemlidir. Karşılaştırmalı tarih yapılırken, benzer olgu ya da kurumlarını aynı nedenlerle açıklamaya gidilmelidir. Karşılaştırmalı tarih yapılırken yabancı dil sorunu ortaya çıkmaktadır. Bunu çözmek için en azından İngilizce bilinmelidir. Bu alanda çalışma yaparken arşiv belgesine veya birincil kaynaklara ihtiyaç yoktur. Bir olguyu araştırırken gözden kaçan şeyler karşılaştırmalı tarih yoluyla görebilirsiniz. İbn-i Haldun, Arnold Toynbee, Philip Aries gibi isimlerin bu alanda en iyi örnekleri mevcuttur. Karşılaştırmalı tarih yöntemi sosyologlar arasında birbirleri arasında haberdar olmasını sağlar. Bu yüzden sosyologlar için önemlidir. Bu yöntemle çok değişik konularda tarih yazımına gidilebilir. Karşılaştırmalı tarih, siyasi tarihten toplumsal tarihe yönelmemizi sağlar. Olgulara daha objektif bakmamızı sağlar. Bu yüzden tarih bilimi için karşılaştırmalı tarih oldukça önemlidir.

Sosyal Tarih

Tarih ve sosyoloji aslına bakıldığında iki zıt alanlardır. Bazen örtüşseler de genelde zıt düşmektedirler. Tarih toplumların zamanla uğradıkları farklılıkları veya değişimleri incelemektedir. Sosyoloji ise sosyal yapılar üzerine genellemeleri vurgulayan bilim dalıdır. Yani ikisi arasında farklılıklar vardır. Değişimin olmadığı yerde zaman kavramının da bir anlamı olmaz. Yani bugünün dünden farkı yoksa zaman kavramının bir anlamı yoktur. Durum böyle olunca tarih bilimine gerek kalmıyor. Sosyoloji yapısaldır tarihi ise dönüşümdür. Önce tarih profesyonelleşmiştir daha sonra ise sosyoloji profesyonelleşmiştir. Tarhi bilimi özgünlüğü farklılığı diğer toplumlarla karşılaştırmak zorundadır. Sosyolojide ise toplumun ortak özellikleri karşılaştırmalıdır. Sosyologlar tarihçileri yöntemsiz analiz yeteneği olmayan kişiler olarak görmektedir. Sosyologlar sayılardan oluşan tabloları kullanırken tarihçiler ise kelimeleri kullanmaktadır. Sosyologlar istisnalara göz yumarken tarihçiler detaylara girerek istisnalara izin vermiyorlar. 18. Yüzyılda tarihçiler ile sosyologlar arasında istisnalar yokken günümüzde karşıtlık söz konusudur. Tarih felsefesi tarihi metafizik, teolojik ve bilimsel olarak üçer ayırır. Sosyal tarih sosyoloji için olmazsa olmaz zorunludur. Sosyoloji tarihle bağının henüz koparmamış ve sosyal tarihle sosyoloji halen iç içedir. Tarihçiler belgelerin güvenirliğini doğruluğunu sınarken sosyoloji profesyonellikten uzaktır. 19. Yüzyılda tarihçiler sosyolojiyi bilimsel bulmadıkları için reddediyorlar. Sosyologlar tarihçiler hakkında pek olumlu düşünmese de onları ciddiye almaktadır. Tarihçiler sosyoloji bilimi için yeterli bir bilgi toplamamaktadır. Sosyoloji üzerine çalışanlar kendi verilerini toplamak zorundadır.

Tartışma: Yetkin Bir Tarihçi Nasıl Bir Donanıma Sahip Olmalıdır?

Tarihçi, birincil kaynakları iyi bir şekilde yorumlayabilmeli ve kullanabilmelidir. Bunları anlayabilmek için gerekli donanımlara sahip olmalıdır. Günümüzde özgün ve yetkin tarihçiler yetişmektedir. Bu da tarih bilimine büyük katkı sağlamaktadır. Bir tarihçinin dünyaya bakış açısı ve açıklama biçimi tarihe bakış açısını da büyük oranda etkilemektedir. Tarihçi yaşadığı dönemin ideolojisini ve toplum hakkındaki düşünceleri eserlerini etkilememelidir. Tarihçi için en önemli özellik tecrübesinin yeterli olmasıdır. Bu sayede olaylara bakış açısı ve yorumlayabilme yeteneği sayesinde doğru kaynaklar ortaya çıkarabilir. Yani tecrübesini işleyen ya da işleten kişidir tarihçi. Hiçbir tarihçi deneysel olarak kavrayabilecek olayları yorumlayamaz. Yani tarihin deneysel ve olgusal özelliği yoktur. Fakat insanların geçmişte bıraktıkları analiz ederek bir yargıya varabilir. Tarihçinin kullandığı en önemli kaynak türü hiç şüphesizdir ki yazılı kaynaklardır. Tarih yazımında birincil ve ikincil kaynaklar oldukça önemlidir. Özgün kaynaklara ulaşarak bir tarihçi tarihi metin incelemesi yapabilir. Bunun için önemli bir filoloji donanımına sahip olması gerekmektedir. Tarihçilik konu bakımından siyaset tarihi, iktisat tarihi, düşünce tarihi gibi ayrılır. Tarihçinin kaynaklarının değerini belirlemesi tarih araştırması ve yazması bakımından oldukça önemlidir. Bir tarihçi ustalaşmak istiyorsa belge kritiği nasıl yapılır gibi sorulara cevap bulmalıdır. Tarihsel sorgulama tarih araştırmasının bir ön koşuludur. Tarihçi derin bir bilgi ve birikime sahip olmalıdır. Hazır ifadelerden kaçınmalıdır. Tarih yazımında anlatı, betimleme ve çözümleme gibi üç tür yazım tekniği bulunmaktadır.

Tarih Tenkidi

İnsanların bıraktığı izlerin tümüyle ilgilenmektedir tarih. Bir tarihçi ise bu izlerin ardına düşer ve toplumların insanların yaşadıklarını yazılı belgelere döker. Fakat her belge gerçek midir? Her belge gerçek olmayabilir. Burada tarihin tenkidi söz konusudur. Bir tarihçi elde olan belgelerin gerçekliği ile de ilgilenir. Bir tarihçinin ustalığını ortaya koyan iyi kanıt ise bu belgelerin doğruluğunu kanıtlamaktır. Tarih yazılı belgelerle yapılın hiç şüphesiz. Fakat bu belgeler yoksa da tarihçilik yapılabilir. İnsanların uğraşları zevkleri yani insandan her türlü kalıntı tarih için önemlidir. Bu kalıntıların doğruluğu üzerinedir tarih. Dış tenkit ise, tarihi kaynakların bazı kısımlarının eksikliğinde ortaya çıkar. Yani bir eserde ilk sayfalar eksikse yazarla ilgili bilgiler aranarak kime ait olduğu tenkit edilir. Bu tenkidi yazarın hayatı, isminin geçmesi, yazının tarihi ve dili gibi maddelerden elde edilebilir. Kısacası yazarının ve ya ne zaman yazıldığının bulunabilmesi için içeriğindeki bazı bilgilere ihtiyacı vardır. Yani bir kaynağın tenkidi için farklı ve güvenilir yöntemler bulunmaktadır. Buna bir örnekte bir eserin birinci ve ikinci nüshalarına bakılır eğer farklılık varsa değişiklik ya da oynanma yapılmıştır. Bu yüzden kaynağın yazıldığı tarih, kaçıncı elden yazıldığı, yazarın ne zaman doğup öldüğü gibi maddeler bize ışık tutmaktadır. Bir eser eğer kim tarafından yazıldığı biliniyor fakat tarihi bilinmiyorsa bunu keşfetmek için yazarla ilgili elimizde ne kadar bilgi olduğuna bağlıdır. Eğer yazar hakkında elimizde yeti kadar bilgi mümkünse bu bilgiye ulaşmak kolaydır. Yani yazarın biyografisine ait bilgiler mevcutsa eserin tarihide rahatlıkla bulunabilir. Eğer yazar hakkında yeteri kadar bilgi yoksa kaynaktaki olaylardan yola çıkarak bir tenkit söz konusu olabilir. Her yazılan tarih eserinin maalesef orijinalliği söz konusu olmayabilir. Eserin ana kaynaktan esinlenerek mi yazıldığı yoksa orijinal bir şekilde mi yazıldığı bilinmesi tarih bilimi adına iyi olacaktır. Eğer eser orijinal ise kaynak değeri vardır. Bir eserin orijinalliği için bazı yöntemlere başvurulur. Eğer yazar eserinde hangi kaynakları kullandığını belirtmiş ise karşılaştırma yapılabilir. Fakat yazar bunu belirtmiyorsa söz konusu benzer eserler ile karşılaştırma yapılarak orijinallik testi yapılmalıdır. Bir tarihçinin en öneli görevlerinden bir tanesi iç tenkit yapmaktır. Bunu yaparken eserlerin yazarlarının kökenlerini araştırması ve hangi niyetle yazdığını bilmesi gerekmektedir. Tarihçinin önemli diğer görevinden biri ise eserde geçen olayların doğruluğunu araştırmasıdır. Bu alanda yazılmış diğer kaynaklarla karşılaştırarak bunu başarabilir. Doğruluğundan emin olmadıkça eserde bu bilgilere yer verilmemelidir. Özellikle anı ve hatırat eserlerinde yazar abartarak ya da olmayan şeyleri yazabilir. Fakat bu yanlıştır. Bu eserlerde yer verilmemelidir. Tarihçinin en öneli görevlerinden bir tanesi de bunun ortaya çıkarmaktır.

Tarih Metni (Eseri) Eleştirisi

Bir tarihçinin niteliği tarihi metin ile kuracağı bağlantıya bağladır şüphesiz. Bir tarihçinin tarihi bir metin okuması metodolojik donanımıyla ilgilidir. Tarihçinin diğerlerinden farkı tecrübeye bağlıdır. Bence bir metni yazarından bağımsız olarak düşünmek veya ele almak mümkündür. Çünkü tarih felsefesinin gereğidir. Geçmişteki tarihçilerin hazırladığı metinden günümüz tarihçilerinkinin farklı olması şartların değişmesidir. Tarihin bir disiplin olarak tanınması tarihçilerin gördükleri duydukları veya tecrübe ettiklerini metinlere aktarma yeteneğini kaybetmiştir. Tarihçilerin bazı tarihi olaylara şahit olmasına rağmen metinlere müdahil olamamıştır. Bu sebeple tarihçiyi metnin dışına sürüklemiştir. Bazı kitaplar yazarın tecrübeleriyle anlam kazanmıştır. Çünkü tecrübeleri sayesinde olayları yorumlayabilme yetisine sahip olmuştur. Tarihçiler kitaplar önsöz giriş gibi kısımlarda kendinden bahsederek kendilerini ifşa etmişlerdir. Bu sebepten içerikte bir yerlerde kendileri de olacaktır. Fakat kitabı okuyan kişiler genelde olaylara odaklandığı için bu durumu pekte fark etmez. Eserde yorum yeteneği şüphesizdir ki tarihçinin ustalığını gösterir. Tarih kaynaklarındaki anlatı formuna bağlı olması edebiyatla iç içe olduğunu gösterir. Eğer hatıralar tarih olursa eserde önyargıya sebep olacaktır. Bazen hatıratların doğruluğunun şüphesi yeni kaynakların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Hatıratlar bazen önemli tarihi eserler olabilmektedir. Örneğin Nutuk inkılap tarihine önemli bir ışık tutmuştur. Tarih araştırması arşivlerin dışında yazarın kullanılan malzemenin farklılaşması nedeniyle arşiv dışında çalışma alanı sağlamaktadır. Tarih yazarlığı yaparken kaynaklara muhtaçlığımız maalesef vardır. Günümüzde el yazmaları eserler tarihçilerin yabancı kaldığı bir durum konumuna gelmiştir. Eleştirel okumu zihinsel performansa bağlıdır.

Tarih Felsefesi

Tarih felsefesi, analitik tarih felsefesi ve tarih metafiziği olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Bu alanın temel amacı tarihçiliğin ortaya koyduğu bilgilerin doğruluğunu ve güvenirliğini tespit etmektir. 18. Yüzyılın sonlarından itibaren tarih bir bilim haline gelmiştir. Tarih metafiziği insanlık tarihinin anlamı var mıdır? İnsanlar bu dünyada neden var? Gibi soruların cevabını aramaktadır. Bu alan sayesinde insanların nasıl bir yapıya sahip olduğu hangi kökenden türediği ve hangi amaçlara çalıştığı gibi soruların cevaplarını bulmuştur. Bu alan birçok şeyi içerdiğinden sınırlandırmak oldukça zordur. Tarihin genel konuları evren, doğa ve insan tarihi gibi konu başlıklarıdır. Tarih felsefesi, üretilen tarihi bilgilerin doğruluğunu sorgular. Felsefenin kıyamete kadar süreceği öngörülmüştür. Tarih biliminin alt dalı olan tarih felsefesinin alanı oldukça geniştir. Tarih biliminin açıklayamadığı soyut kaldığı bazı konular vardır. Hz. Meryem’in Hz. İsa’yı kimseyle birlikte olmadan nasıl dünyaya getirdiğinin bir cevabı bulunmamaktadır. Bu türden bilgiler inançla sınırlandırılmakta ve soyut kalmaktadır. Tarih felsefesinin analitik kısmı ise her türden tarihi bilgiyi kendine konu edinebilir. Bu alandaki has kaynakları şu şekilde sıralamak doğru olacaktır. G. Vico, Concert, E. Kant vs. Tarih felsefesinin öncülüğünü batılılardan önce İbni Haldun ve daha sonra Kahveci adlı düşünürümüz öncülük etmiştir. Bu isimler gibi ismini bilmediğimiz daha birçok tarihçi mevcuttur. Tarih felsefesi üzerine çalışan kişiler önceki düşünürlerin görüşlerini sorgulayarak kendi düşüncelerini ön plana sürmesi gerekmektedir. Bu sayede bu alanda yeterli çalışma yapılabilir. Tarih felsefesi diğer tarih dallarından ayrı olması felsefe bilimini içerdiğinden dolayıdır. Tarih felsefesine göre bilinen tüm bilgiler şüphelidir güvenilir değildir. Osmanlı Devletinin nasıl çöktüğünü anlatan birçok bilgi vardır fakat felsefik olarak bir bilgi mevcut değildir. Tarih felsefesi üzerine çalışacak kişiler öncelikle sorumluluk sahibi olmalıdır. Kendi tarihini iyi bilmelidir. Düşünür olmalıdır. Olayları sorgulayabilmelidir. Yorum yeteneği güçlü olmalıdır. Şüpheci yaklaşarak bilgilerin doğruluğundan emin olmalıdır.

Türk Tarih Eğitimi

Okullar, ders program ve kitapları devletlerin rejimleri, eğitim felsefeleri, hükümetlerin eğitim felsefeleri, eğitim sisteminin yapısı Türk eğitim sisteminin başlıca konularını kapsamaktadır. Bir milletin eğitim tarihi öğretimin farklılığıdır. Halk eğitimi, eğitim kurumları çocuk oyunları gibi konular Türk eğitim tarihinin yapısını göstermektedir. Türk eğitim tarihine şairler, yazarlar her dönemde katkı sağlamışlardır. Türk eğitim tarihi diğer tarih alanları gibi oldukça geniş bir halkası vardır. Bu halka Türk toplumları ile başlar ve günümüze kadar gelir. Hukuk kurallarının dağınıklığı kodifikasyonla önlenmeye çalışılmıştır. Türk eğitim kaynaklarını düzene koymaya yardımcı olmuştur. Ankara Milli Kütüphanesi, Türk Tarih kurumunun kütüphanesi, TBMM arşivi bu alandaki kaynaklara öncülük etmektedir. Osman Nuri Engin, Yahya Akyüz, Yasin Yılmaz, Fahri Unan ve Aziz Berker gibi isimler bu alanda çalışmış ve uzmanlaşmış kişilerin başında gelmektedir. Bu alanda çalışmak isteyen kişiler Osmanlıca bilmesi gerekmektedir. Ayrıca çalışan kişinin konusuna göre İngilizce ve Rusça gibi evrensel dillerde bilmesi gerekmektedir. Her şeyi bir kenarı koyduğumuzda herkes bu alanda sorumlu davranmalıdır. Çünkü tarih bir milletin temel yapıtaşını oluşturmaktadır. Herkes sorumluluk sahibi olmalıdır. Bu alanda çalışacak kişiler tarihten önce eğitim bilimleri konularına hâkim olmalıdır. Sözlü ve yazılı araştırma yapmalıdır. Bu alanda herkes kendi çalışma yöntemini bularak çalışmalıdır. Bu alanda çalışırken severek yapmalıyız. Aşk ile yapmalıyız. Sistemli çalışarak büyüklerimizin tecrübelerinden yararlanmalıyız. Bu alanda özgün olmalı ve sistemli çalışmalıyız. Farklı sosyal konularda da çalışarak verimliliği en üst düzeye çıkarabiliriz.

Tarih Eğitimi

Tarih eğitimi, ilkokulda sosyal bilgiler dersi ile başlayan lisede tarih ve inkılap bilgisi dersleriyle devam eden ve üniversitede son bulan geniş yelpazeli bir eğitimdir. Günümüzde bilgisayar ve internetin yayılmasıyla tarih eğitimi film ve dizilere de geçmiş insanlarda merak uyandırmıştır. Böylelikle okul sıralarda kalmayıp ilerleyen yaşlarda da insanların ilgisini çekmek için çabalar verilmektedir. Tarih eğitimi, daha çok pedagojik bir eğitim olup çocuk yaşlardan itibaren verilmelidir. Tarih eğitimi verilirken öğretmen, öğrenci, müfredat programı, ders kitapları ve yardımcı kitaplar ışık tutmaktadır. Bu alanda ve Türkçe dilinde Ali Reşad, Ahmet Refik, Çağatay Uluçay ve Faik Reşit Unat gibi tarihçilerin yazıları vardır. Tüm bu isimler bir tarih bilinci vermek için kaynaklar oluşturmuş ve uzun çabalar vermişlerdir. Bu alan da çalışan usta isimleri Türk ve yabancı olarak ayırmak mümkündür. Örneğin İhsan Sungu ve Mustafa Çağatay Uluçay Türkçe kaynaklar oluşturan kişilerdir. Paul Klapper, Rolla Milton Tyron, Roanld Evans ve Henry Johnson gibi isimler ise yabancı tarihçilere örnek olarak verilebilir. Bu alanda emek veren tarihçilerin bir ayağı da sürekli olarak okullarda olmalıdır. Öğrencileri ve dersleri sentez etmeli ona göre devam etmelidir. Tarih eğitiminin metodolojisi pedolojiden geçmektedir. Bilimsel olarak araştırma tekniklerini iyi sentez etmelidir. Bu tarih dalı eğitime daha yakındır. Eğitim bilimlerinden farklı olarak tarih eğitimcisi tarihsel, felsefik ve sosyolojik çalışmalara da önem vermelidir. Bu alanda çalışmak isteyenler tarihse bilginin doğasını ve metodolojisini iyi kavramalıdır. Tarih eğitimini diğer dallardan ayrıştırmamalı onları tarih eğitimine uygun hale getirmelidir. Eğitim alanında iyi çalışmalar yapmalıdır. Alandaki Türkçe ve yabancı kaynakları iyi takip etmeli ve buna göre çalışma sürdürmelidir.

Bilim Tarihi

Bilim, bir bilginin gelişiminin betimlenmesinin açıklanmasını ve de şematize edilmesidir. Bilim tarihi, bilimin hangi aşamalardan geçtiğini toplumların bilime ne gibi katkı sağladıklarını anlatan tarih dalıdır. Bilimin hangi aşamada olduğunu nasıl oluştuğunu konu alır. Bilim tarihi, bilimin ne derece önemli olduğunu öğretir. Deneysel sonuçlarla toplumların geçmiş zamanda ne tür çalışmalar yaptığını gösterir. Bilim tarihinin çemberi oldukça geniştir. Bilimin gelişimini ve bilim adamlarının bu alanda ne tür katkılar sağladıklarını ve bilimsel düşüncenin gelişimi gibi konuları ele alır. Bu alan felsefe biliminden de yararlanır. Bu yüzden bilim tarihinin sınırlarını çizmek oldukça zordur. Bu bilim dalı disiplinlidir. Sosyolojik ve psikolojik süreçler bulunur. Georgie Sarton bu tarih dalına önemli kaynaklar sunmuştur. Sunduğu bu kaynakların içerisinde en genel kaynak olan Bilim Tarihine Giriş adlı eseridir. Bu alanda çalışacak olanlar genelde bu kaynaktan başlar. Diğer bir önemli eser ise Fuat Zengin’in kaynaklarıdır. Bu iki kaynağın haricinde Thomas Kuhn, Crombie adlı profesörlerin kaynakları da yardımcı olur. Bu alanda çalışan usta isimler ise şöyledir; Auguste Comte, Henri Poincare, Pierre Duhem gibi isimler büyük katkılar sağlamıştır. Türkiye’de bilim tarihinin araştırmaların geçmişi ise 19. Yüzyıllara dayanmaktadır. Bu alanda çalışacak kişiler metinleri doğru okuyup yorumlamalıdır. Yine bu alanda çalışacak kişiler çalıştığı dönemin bilimsel bilgisine sahip olmalıdır. Tarih ve bilim tarihi birbirine yakın dallardır. Bu alanda çalışırken toplumun siyasi olaylarını ve toplumsal olaylarını iyi öğrenmelidir. Kaba bir bilim eğitimine sahip olmalıdır. Böylelikle doğru eserler ortaya çıkabilir.

Türkoloji ( Prof. Dr. Reşat GENÇ)

Bir milletin tarih sahnesine çıktığı günden yaşadığı güne kadar devam eden sürece kültür denmektedir. Türkoloji alanı da Türk kültürünü inceleyen bilim dalıdır. Türklerin geçmişten günümüze kadar olan ki süreçte yaşamlarını sosyal hayatlarını ekonomik hayatlarını konu alır. Kültür tarihini incelerken dil kavramı oldukça önemli bir yere sahiptir. Dil oldukça önemli bir kavramdır. Dilinden yola çıkarak kaynakları inceleriz. O milletin neyi sevdiğini neyden hoşlandığını gibi her şeyi öğrenebiliriz. Fakat Türk tarihi ve kültürü genişçe yer bulamamaktadır. Çünkü kaynak eksikliği sorunu vardır. Bu alana öncülük eden başlıca kaynaklar şunlardır: Nizamülmülk, Siyasetname, Kaşgarlı Mahmut, Kutadgu Bilig, Yusuf Has Hacib, Cemalettin Karsi ve Divanu Lügatu Türk olarak örnek olarak verilebilir. Bu alanın öncü isimleri ise: Akdes Nimet Kurat, Faruk Sümer, Ali Sevim, M. Fuad Köprülü, Bahaddin Ögel ve İbrahim Kafesoğlu olarak örnek verilebilir. Bu alanda profesyonelleşmek isteyen kişiler öncelikle Uygur lehçesine, Karahanlı lehçesine hâkim olmalıdır. Bunun yanında Farsça’da bilmelidir. Bu alanın diğer alanlardan farkı daha detaylı incelenmesidir. Kültürü devam ettiren şey dildir. Dilin devamı etmesi kültürün devam etmesi demektir. Bu alanda en küçük bilgi kırıntısı bu alana ışık tutabilecek niteliktedir. Bu alanda çalışmak isteyenler ana kaynaklara erken yaşta vakıf olmalıdır. İyi bir tarih metodolojisine sahip olmak gerekmektedir. Bu alanda çalışan kişi tespitlerini bilimsel verilere dayandırmak zorundadır.

İslam Tarihi ( Prof. Dr. Mehmet ŞEKER)

İslam tarihinin ele aldığı kısım Hz. Muhammed’e vahiy geldikten günümüz yıllarına kadar olan ve bulunduğu coğrafyayı da ele alan bir alandır. Bu tarih alanı öncelikle Kuran tarihini ve Hz. Muhammedin hayatı ele almaktadır. Daha sonraları toplumların sosyo kültürel yapılarını ele almaktadır. Bu alanın içerisine aldığı alanlar İslam’ın doğduğu ve yayıldığı coğrafyayı ele alır. Bu yüzdendir ki karşımıza çok geniş bir coğrafya çıkar. Günümüz dünyasında her kıtada Müslümanların yaşamlarını ele almaktadır. Bu alanda kaynakların en başında Kuran-ı Kerim gelir. Daha sonra Hz. Muhammed’in sözleri gelir. Çünkü sözleri davranışları bu alana ışık tutmaktadır. Bu alanda her dönem ayrı kişiler yetişmiştir. Geçen yüzyılın en önemli kişisi Muhammed Hamidullah denilebilir. Ayrıca bu konuda hem Batı’da hem de İslam dünyasında çalışan birçok isimden söz edilebilir. Bu alanda çalışacak olan kişiler her şeyden önce kaynaklara hâkim olması gerekir. Bunun içinde İslam dininin gönderildiği Arapça diline sahip olmalıdır. Bunların haricinde de Farsça, Türkçe ve Osmanlıca bilmelidir. Bu alanda çalışacak kişi objektif olmak zorundadır. Bu alan oldukça geniş olduğu için çalışacak kişilerin öncelikle çalışma alanını sınırlandırması gerekmektedir. Bu alanda çalışmak isteyen kişiler öncelikle bu alanda çalışmaya istekli olması gerekir. Daha sonra İslam Tarihinin hangi döneminde çalışmak istediğine karar vermelidir. Hangi dönemde çalışılırsa çalışılsın asıl kaynağa bağlı olmalıdır.

Şehir Tarihi ( Prof. Dr. Ahmet KANKAL)

İnsanoğlunun bu dünyadaki mükemmelleşme ve medenileşme serüvenini bize yansıtan, şehir ve şehir tarihine, mekân ve bu mekan da olan tarihe Şehir Tarihi diyebiliriz. Coğrafya sınırlarını, iklimi, yönetim birimlerini, mahalleleri, mimari yapıları, sanat eserlerini ve sosyal organizasyonları ele alır. Şehir tarihi insanların iç dünyasını, umutlarını ve korkularını medenileşme yolunda attığı adımları, taşını toprağını parklarını ve yollarını çeşmelerini köprülerini, dini ve sosyal yapılarını yani şehrin bulunduğu her alanı inceler. Yalnız şehir tarihi sadece insanları değil bitkileri ve hayvanlarla oluşan süreci de ele alır. Sadece şehrin sınırlarını ve içinde bulunduğu zamanı ele alacak olursak hata etmiş oluruz. Bir şehri ele alırken dağlarını sularını yaylalarını et süt gibi temel ihtiyaçlarını elde edebilmek için göç eden toplumları köylüleri çiftçileri ve şehirlileri de ele alarak incelemek doğru olacaktır. Sonuç olarak şehir, iç mekanı ya da bu mekanların sunduğu imkanları burada yaşayan yönetici ve memur kesimini veya diğer insanlarla ele almak doğru olmaz. Mekân-imkan-insan üçlemesi olarak ele alınırsa doğru olacaktır. Bu alanın kaynakları olarak, şehrin coğrafyası, topografyası, iklim özellikleri, yol bağlantıları, arkeolojik materyalleri, mimari eserleri, resmi belgeleri ve arşiv kaynaklarını, tapu, mezarlar, mezar taşları, nüfus, vergi kayıtları, türbeler, tekkeler zaviyeler, doğum ölüm kayıtları gibi belgeler örnek olarak gösterilebilir. Bu alana öncülük eden birçok isim vardır. Fakat bu alanda ustalaşan bazı isimler vardır. Örneğin: Farabi, İsmet Miroğlu, Ahmet Yüksel Özemre, Turgut Cansever, Hamavi, Evliya Çelebi, Max Weber, Doğan Kuban, Zeki Arıkan, Besim Dargot ve Özer Ergenç gibi isimler. Bu alanda çalışmak için öncelikle şehrin yeri ve önemini iyi bilmek gerekir. Bedevi ve medeni kavimlerin yaptıkları hareketlerden haberdar olmak gerekir. Din felsefesi, dinler tarihi, sanat tarihi gibi alanlarda tecrübesi olması gerekir. O şehre ait dilin belgelerini okuyabilmesi gerekir. Şehir tarihi diğer dallardan farklı olarak uzun ve zahmetlidir. Görsel, yazılı, çizili ve işitsel öğelerin bilinmesi gerekmektedir. Bu alanda çalışmak için iyi bir gözlemci, iyi bir dinleyici olmak gerekir.

İktisat Tarihi (Prof. Dr. Ahmet Tabakoğlu)

İnsanların hayatlarını sürdürebilmesi için maddi ihtiyaçlarını nasıl giderdiklerini konu almaktadır. İktisat tarihi milletlerin ekonomik yapılarını ve performanslarını inceler. Bu alanın varoluşu ihtiyaçlara dayanır. İktisat tarihinin sınırlarını belirlemek oldukça zordur. Bu alanda sınır yoktur. İktisat tarihiyle uğraşan insanların işi oldukça zordur. Tarih geçmiş ile ilgilenirken iktisat tarihi geçiş gelecek ve şimdiki zamanla ilgilenmektedir. İktisat yakın geçmişle ilgilenir. İktisat uzun tecrübelerin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. İktisat tarihten ayrı olarak gelecek ile ilgili planlara da yer verir. Gelecek zaman ile geçmiş zamanı birbirinden ayırmak oldukça zordur. İktisat, iktisat tarihiyle iç içe olmalıdır. Bu sayede geçmişin yorumu ve geleceğin planı mümkün olabilir. İlk çağlar için arkeolojik bulgulardan yola çıkan kitaplar, seyahatnameler ve genel tarih eserleri bize bir kaynak olabilir ve yol çizebilir. Osmanlı iktisat tarihi diğer alanlara göre daha disiplinli bir alandır. Osmanlı devlet arşivi birçok ülkenin ana arşivi durumundadır. Osmanlı iktisat tarihi ile ilgili zengin kaynak mevcuttur. Bu alanda çalışan usta isimler Ömer Lütfi Barkan, Halil Sahiloğlu, Osman turan ve Halil İnalcık gibi isimler gelmektedir. Bu alanda çalışacak olan kişiler kendini kısıtlamamalıdır. Osmanlıcayı iyi bilmesi gerekmektedir. Türk tarihini iyi bilmelidir. Kelam ve tasavvuf ilimlerinden de haberdar olmalıdır. İktisat tarihinde kısacası her şeyi bilmek gerekiyor. Üretimin ekonomide önemini anlamalıdır.

Cumhuriyet Tarihi ( Prof. Dr. Cezmi ERASLAN)

Cumhuriyet tarihi denilince akla en yakın tarih ve 1900’lü yıllar gelmektedir. Bu alanda çalışmak diğerlerine göre daha kolaydır. Çünkü cumhuriyet tarihi halen içimizde bulunduğu tarihi ele almaktadır. Aslında Cumhuriyet tarihini 1800’lü yıllardan itibaren incelemek daha doğru olacaktır. Kaynaklara daha rahat ulaşılabildiği için incelemek oldukça kolaydır. Cumhuriyet tarihinin teması aslında askeri darbeler ve siyasi olaylardır. Bu alandaki kaynakları incelerken asıl kaynak devlet büyüklerinin anılarıdır. Bir diğer kaynak olarak Osmanlı arşivi de ele alınabilir. Cumhuriyet tarihi için Cumhuriyet kaynakları da oldukça yeterlidir. Atatürk’ün Nutku da bu alana ışık tutmaktadır. Bu alanda çalışan kişiler öncelikle Yusuf hikmet Bayur, Enver Ziya Karal ve Uluğ İğdemir gibi isimler gelmektedir. Bu usta tarihçiler kendi düşünceleriyle olayları ele almıştır. Bu alanda çalışabilmek için öncelik Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerini anlamak ve yorumlamak gerekmektedir. Cumhuriyet tarihi Osmanlı mirası üzerine kurulmuştur. Her şeyden önce bu alanda resmi veya özel her türlü bilgi veya belge kullanılabilir.

Genel Türk Tarihi ( Prof. Ahmet TAŞAĞIL)

Türklerin İslamiyet’ten günümüze kadar olan Orta Avrupa’dan Balkanlara oradan da Kore’ye kadar uzanan coğrafyada yaşadığı olayları konu alan alana Genel Türk tarihi denmektedir. Türk tarihçiliğinin bazı sorunları vardır. Kaynakların eksikliği başlıca sorunlardan bir tanesidir. Geçmişe gidildikçe kaynaklar eksilmektedir. Bu sebepten dolayı bilgilerin kesinliği de bu sebepten azalmaktadır. Türklerin tarih boyunca yaşadığı coğrafyanın zorluğu da Genel Türk tarihini de etkilemiştir. Bazı yazıtlar yaşanılan coğrafyada bulunsa da gene de yetersiz kalmaktadır. Türk tarihi denilince sadece Anadolu toprakları ya da Türkiye gelmemelidir akla. Bu araştırılan kuruma göre farklılık göstermiştir. Örneği İstanbul üniversitesi Türklerin tarihini Asya olarak ele almıştır. Fakat Türk tarihi bir bütün olarak incelenmesi daha doğrudur. Genel Türk tarihi için başlıca kaynaklar Türkçedir yani Türk kökenli dillerde oluşturulmuş eserlerdir. Bir milleti farklı ülkelerin kaynaklarına mahkûm bırakan, kaynak eksikliği ve kaynakların çeşitli dillerde yazılmış olması başlıca sebeplerdendir. Bu sebepten dolayı Türk tarihini incelerken Çince eserlere ulaşmalıyız. Farsça ve Arapça kaynaklara başvurulması gerekebilir. Bu alanda çalışan başlıca uzman kişiler; M. Fuat KÖPRÜLÜ, Zeki Velidi TOGAN ve İbrahim KAFESOĞLU gibi isimlerdir. Bu alanda uzmanlaşmak isteyen kişiler Çince, Rusça, Tibetçe, Farsça ve Arapça gibi diller bilmesi gerekmektedir. Genel Türk Tarihi diğer alanlara göre daha zordur. Bunu sebebi ise kaynakların farklı dillerde yazılmış olması ve yetersiz olmasıdır. Bu alanda çalışmak isteyen kişiler öncelikle sevmelidir ve farklı kaynak dilleri bilmelidir.

Osmanlı Müesseseleri ve Medeniyeti Tarihi

Bizim Türk milleti olarak siyasi ve harp tarihi olmak üzere çok zengin kaynaklarımız vardır. Fakat teşkilat tarihi ile ilgili pekte bilgi bulunmamaktadır. Fakat şu bir gerçektir ki bir ülkeyi tanıyabilmek için teşkilat tarihini de bilmek gerekmektedir. Bu yüzdendir ki daha sonraları buna ağırlık verilmiştir. Okullarımızda üniversitelerimizde geç te olsa okutulmaya dersleri verilmeye başlanmıştır. Fakat Batı dünyasına baktığımızda bu durum hiçte öyle değildir. Batı teşkilat tarihini ön plana çıkarmıştır. Osmanlı Devletinin tarihini incelemek istiyorsak öncelikle teşkilat tarihinden başlanmalıdır. Teşkilat tarihi ve siyasi tarih bir milletin tarihi için ayrılmaz bir bütündür. Ayrı ayrı incelenmesi pek mümkün değildir. Birlikte incelendiği zaman anlam kazanmaktadır. Bizim Osmanlı Devletini örnek alacak olursak devlet teşkilatını incelerken öncelikle devlet adamlarının hayatları incelenmelidir. Bu sayede teşkilat tarihi anlaşılabilir. Devlet adamlarının biyografileri bu konudaki bulunmaz kaynaklardır. Bu yüzden teşkilat tarihi ve siyasi tarih birbirinden bağımsız değildir. Osmanlı Devleti müesseseleri incelenirken Osmanlı arşivleri ele alınmalıdır. Fakat bu arşivlerde belgeler bir bütün halinde değildir. Parça parçadır ve birleştirilmesi gerekmektedir. Fakat Osmanlı Devleti müesseselerini incelerken temek kaynağımız biyografilerdir. Bu biyografilerde kimin ne kadar maaş aldıklarına kadar bilgiler mevcuttur. Bu alanda öncü kişilerin en başında İsmail Hakkı Uzunçarşılıdır. Çok düzenli ve sistemli çalışmalar yapmıştır. Daha sonra Lütfi Barkan ve Fuat Köprülü gibi isimler gelmektedir. Eğer bu alanda çalışmak istiyorsanız bazı gereksinimlere sahip olmanız gerekmektedir. Bunun en başında altyapınızın sağlam olması gerekmektedir. Kaynakları iyi sentez edebilmek için Osmanlıcayı iyi bilmek gerekmektedir. Son olarak kaynakları incelerken bir batı bir de doğu diline sahip olmanız gerekmektedir. Bu alanın diğer alanlardan çok farkı yoktur. En önemli farkı üzerinde çalışılan kaynaklar farklıdır. Osmanlı tarihi hüküm sürdüğü yıllar ve coğrafya nedeniyle olsa gerek çok zengin müesseselere sahiptir. Bu alanda çalışacak kişilerin hataları da kabul etmesi gerekmektedir.

Yakın Çağ Tarihi

Yakın çağ 19. Yüzyılı kapsar. Yakın çağın en büyük özelliği çağımıza etki etmesidir. Yani bugünü anlamak için yakın çağ tarihini okumak gerekmektedir. Yakın çağda bilim sanayi teknoloji alanında yenilikler yapıldığı için önemlidir. Bu dönemde insanların gündelik hayatı eski insanlara göre oldukça değişmiştir. Türkiye’de ki olayların çoğu 19. Yüzyılda kurulmuş ve günümüzde de devam etmektedir. Yakın çağ tarihinin asıl kaynağı Osmanlı arşividir. Bu döneme ait milyonlarca belge bulunmaktadır. Gerekli araştırmalar için yeterli belgeler sunar. Bu alana, yani yakın çağ tarihine Prof. Dr. Nejat Göyünç, Prof. Dr. Kemal Beydilli ve Prof. Dr. Cevdet Küçük’ü gibi usta tarihçiler öncülük etmektedir. Yakın çağ çalışmak için arşiv olarak çalışmak gereklidir. Bu sayede alanında profesyonel olunabilir. Ciddi siyaset ve sosyoloji bilgisine de mutlaka gerek vardır. Arşivde belgelerin bol olması tarihçinin de özgün çalışmasına olanak verir. Yakın çağ tarihi çalışmak diğer alanlardan pek te farklı değildir. Gayretli ve sabırlı bir çalışma yapılmalıdır. Yakın çağ tarihi çalışacak olan kişi çok iyi bir Osmanlıca bilgisine sahip olmalıdır. Bıkmadan usanmadan kaynak araştırmalı ve kendini bilgilendirmelidir. Arşivleri sık sık ziyaret etmelidir.

Orta Çağ Tarihi

Tarihi sentez ederken çağlara ayırırız. Bunlardan bir sonraki dönem orta çağ tarihidir. Ve bu önemli bir konudur. Fakat tarihin çağlara bölünmesinde Türkiye tarihi uygun değildir. Ve tamamen Avrupa’dan nakildir. Türk tarihinin orta çağ tarihi Roma imparatorluğunun ikiye ayrılmasına dayanır. Fakat kimsenin aklına bunun ne alakası var diye bir soru gelmemektedir. Orta çağ tarihiyle de yakın çağ tarihi gibi ilgilenilmemektedir. Ve önümüzde öylece durmaktadır. Başlangıç ve bitiş tarihi ne olursa orta çağlar tarihi her zaman bir milletin bel kemiğidir. Türklerin bin yıllık bir tarihini kapsamaktadır ve Türklerin en aktif olduğu dönem budur. Haçlı seferleri Anadolu’nun kapılarının Türklere açılmasından da anlaşılacağı üzere ortaçağ tarihi Türkler açısından oldukça önemlidir. Bazı Türk tarihçiler İslamiyet’ten önceki Türk tarihini yok saymaktadır bu oldukça yanlıştır. Ülkemizde gerek ilkokul gerek lise gerekse üniversitelerde okutulan tarih dersleri oldukça yetersiz ve gereksiz bilgilerle bürünmüştür. Bu derslerde çağlara ayırım pekte mümkün değildir. Türklerin anavatanı neresidir macerası nedir? Sorusuna yanıtı kitaplarımızda bulamamaktayız. Bilindiği üzere Türk tarihinin en eski devirleri Çin yıllıklarında bulunmaktadır. İyi bir Türk tarihçisi iyi bir Sinagog ve Çince bilmelidir. Batıya doğru yürüdüğümüzde Farsça kaynaklardan yararlanmak zorundadır. Bu alanda çalışma yapacak olan tarihçi iyi bir metodoloji bilgisine sahip olmalıdır. Okuyarak değil yaparak öğrenmelidir. Türkçeyi ve diğer dilleri iyi kullanmalıdır. Arapça Farsça, Çince gibi dilleri kullanmalıdır.

Eski Çağ Tarihi

Eski çağ tarihi demek çok önce geçmişte yaşamış insanların arkasından bıraktığı maddi ve manevi belgelerin araştırıp incelendiği tarih dalıdır. Tarih ve tarih öncesi dönem olarak ikiye ayrılır. Sümerler, Asurlar, Elamlar, vs. gibi medeniyetler eski çağ tarihine öncülük etmektedir. Tarih için aslında mekân tüm yeryüzü ve tüm kültürlerdir. Böyle diyoruz fakat Afrika, Ege, Anadolu ve levant olarak sınırlı kalmıştır. Bu bölgelerin dışında Çin ve Hindistan çok önemli Eski Çağ evrelerine rastlanmaktadır. Eski çağ tarihi aslında ülkemizde değil Batıda da vardır. Eski çağ araştırma alanlarına eski çağ bilimi denmektedir. Bunlar Epigrafi, Numismatik, arkeoloji, antropoloji ve dilbilimi gelmektedir. Eski çağ tarihçisinin arkeoloji ve epigrafi araştırmalarından farklı kılan eski çağ tarihçisinin kaynak dille olan ilişkisidir. Bu ilişki belirleyici ve yönlendiricidir. Dil bilgisine sahip olmayan eski çağ tarihçisi düşünülemez. Eski çağ tarihi diğer çağ tarihlerinden ayıran belli özellikler vardır. Eski çağ tarihi büyük patlamadan itibaren başlar ve Roma İmparatorluğunun çöküşüyle sona erer. Türkçe kaynaklar arasında eski çağ tarihinin tamamını ele alan bir kaynak bulunmamaktadır. Yabancı kaynaklar ise halen tam anlamıyla Türkçeye çevrilmemiştir. Türkçede Eski Çağ tarihine ait herhangi bir eser ve inceleme merkezi bulunmamaktadır. Bulunan kaynaklar ise binlerce yıl öncesine ait Anadolu’da ki harabelerdir. Maalesef Eski Çağ tarihi ülkemizde halen hak ettiği ilgiyi görememiştir. Eski çağ tarihinde uzmanlaşmak için Fransızca, Almanca ve İngilizce kaynaklarla çalışmalıdır. Kaynak dili olmadan bir tarihçinin uzmanlaşması neredeyse imkânsızdır.

Dünya Tarihi

Dünya tarihi denildiğinde ilk akla gelen Batı’da meydana gelen olaylardır. Aslında bu yanlış olur. 1950’li yıllardan sonra birçok gelişme meydana gelmiştir. Dünya tarihi denildiğinde akla Batı-merkezli bir tarih gelmesi yanlış olur. Dünya üzerinde 2000’li yıllardan sonra büyük ekonomik gelişmeler meydana gelmiş ve Batı merkezli olmaktan çıkmıştır. Günümüzde batı merkezli tarihçilik bir kenara bırakılmaya çalışılsa da maalesef halen devam etmektedir. Dünya tarihini yazarken eski Dünya tarihi ve yeni Dünya tarihi olarak ikiye ayırmaz sentez açısından güzel olacaktır. Peki, nedir eski-yenidünya tarihi? Eski dünya tarihi dünya üzerinde her bir topluluğun dünyanın oluşumundan ve süregelen süreçte yaşanan olayları konu almaktadır. Aslında herkesin bir dünyası vardı ve herkes kendi dünyasında meşguldü yaşıyordu! Örnek verecek olursak Tevrat bir dünya tarihidir fakat elbette Hristiyanların dünyasıdır. Burada insana ait kurallar belirtilir fakat dünya tarihidir. İşte bunlar hep eski dünya tarihidir. Peki, bu alanın sınırları nedir? Aslında bu alanın sınırları çizilmiştir çoktan. Yani evrenin oluşumundan günümüze kadar her şey. Yani yaklaşık 14 milyar yıla ait olaylar. Zaman süreci bu kadar uzun olunca bazen yüzeysel kalma ihtimalide mümkün.

Tarih Yazımı

Daha önceki yıllarda tarih yazımı kolayken daha sonraları yakın zamanda post modern tarih yazıcılığının ortaya çıkmasından sonra zorlaşır. Tarih yazarken geçmişteki olayların ya da olguların anlatı şeklinde sunulduğun anlaşılmaktadır. Aslında tarih bir zaman kavramı içerisine kurulmuştur. Olayların içindeki zaman kavramı gizlidir. Bizler ise olayların art ardına gelmesiyle bu zaman kavramını oldukça iyi anlıyoruz. Her olayın başlangıcı ve bitişi mutlaka vardır. Olayların başlangıç ve bitiş tarihleri bilinebilirken olgunun başlangıç ve bitiş tarihi belirsizdir. Yani olgu soyut bir kavramdır. Buda olgu ve olayı ayıran en dikkat çekici farktır. Günümüz tarihçiliğine kadar gelen tarih yazıcılığı sürecinde, tarihçiler olay yer ve zaman belirterek ve belgelere dayanan bir tarihçilik iddiası taşıyordu. Post modern tarih yazıcılığı ise 1980’li yıllardan sonra kendini göstermiştir. Post modern tarih yazıcılığı geçmişte yaşanan olaylar ile bugün yazılan tarihi birbirinden ayırmaktadır. Yani sahip olunan kaynakların kapsamı dâhilin de yazılmaktadır. Fakat post modern tarih yazıcılığının ezberci olarak değil de yapılandırmacı bir bakış açısı getirir. Tarih ve tarihçiler devamlı olarak kendini geliştiriyor. Tarihçi artık okullarda ders veren şahıslar olmaktan çıkıyor. Ve hayatın her alanında artık aktif olarak yer alıyor. Örnek verecek olursak siyasi partilerde, şirketlerde hatta ve hatta sergilerde yer alıyor. Artık günümüz şartlarında her konuda tarih yazılıyor yani gün geçtikçe tarih yazıcılığı gelişiyor. Tarih yazıcılığı yapılırken kaynaklara ihtiyaç vardır elbette ki. Tarihin en genel tanımı geçmişten günümüze uzanan bir yoldur. Ancak tarih yazıcılığı yaparken günümüzden geçmişe doğru yapılması daha uygun olduğu görülmektedir. Tarihçiler günümüz problemlerini de bilmek zorundadır. Günümüz sorunlarıyla ilgilenmeyen tarihçi tarihçi sayılamaz. Tarih kaynaklara örnek verirsek yazılı sözlü arkeolojik sesli ve görüntülü olarak sınıflandıralı bilir. Tarih yazımının öncüsü Giambattista Vico görülmektedir. Daha sonradan Alman tarihçisi Von Rankeyi, İngiliz R. G. Collingwood’u ve birçok ismi bu alanda sayabiliriz. Türkiye’de ise tarih yazıcılığı Halil İnalcık ve Cemal Kafadar öncülük etmektedir. Tarihçide en başında merak ve ilgi olmalıdır. Dil bilgisi geniş ve Batı dillerini kaynak dillerini bilmelidir. Coğrafya bilmelidir. Tarih yazıcılığı aslında sabırlı ve özverili olmalıdır. Önyargılara sahip olmadan yapmalıdır. Tarihçi yaşlandıkça tarihe katkı sağlamaktadır.

Tartışma: Tarih Yazımında Anlatı, Retorik ve Kanıt (Cenk REYHAN)

Tarih incelemelerinin kapsamını, retorik-kanıt polemiğinin ötesinde, tarihçinin zamanına ulaşmış malzemenin niteliğini belirler. Bundan dolayı tarihçi tasarladığı tezle ilgili her türlü incelemeye kaynak taramasıyla başlar. Tosh, tarih yazıcılığının belirgin özelliğinin, edebi biçimlerinin geniş yelpazesi olduğunu belirtir. Ona göre betimleme, anlatı ve çözümleme, çok çeşitli biçimlerde bir araya getirebilir. Çok çeşitli tarih yazıları için kaba bir açıklamada bulunursak anlatıyla betimleme bu ilişkiyi oluşturan unsurlardan birincisine; çözümleme ise ikincisine cevap verir. Tarihi, metin olarak nitelemek kuşkusuz mecaz kullanmaktır. Gerçekte tarih, sıradan metinlerden çok daha fazla bir şeydir. Tarih yazımında betimlemenin öneminin vurgulamaya yönelik bu kadar çok tarih çalışmasının olması sadece kaynaklara sahip olmakla bu yetkinin yaratılmadığının göstergesidir. Roman gibi edebi kurmacalardan farklı olarak tarih çalışmaları yazarın bilinci dışında oluşan olaylardan oluşur. Bir romanda geçen olaylar tarih çalışmasında yapılamayacak bir tarzda icat edilebilirler. Tarih yazımının retoriğe kadar indirgenmesi yaklaşık olarak 30 yıldan beri, az çok açık biçimde şüpheci içerikler tarafından yapılan pozitivizm karşıtlığı bir tartışmanın savaş atıdır. Bu düşünce Nietzsche’ye kadar dayanmaktadır. Tarihçilerin ilgisi ister açıklamaya isterse yeniden yaşatmaya yönelik olsun: ister bugüne ister geçmişe ışık tutabilmesi için ilgilensin fiiliyatta başarabileceklerini belirleyen öncelikle günümüze kadar ulaşan kaynakların niteliği ve kapsamıdır. Bu sebepten dolayı tarihçi yaptığı her çalışmaya kaynaklardan başlamak zorundadır.

Geçmişten Günümüze Türkiye’de Tarih Yazıcılığı (Mehmet Kaan ÇELEN)

Ülkemizde tarih yazıcılığı 13. Yüzyılın başlarında itibaren tarih eserlerinin görülmesiyle başlamaktadır. İlk olarak Türkiye’de tarih yazıcılığı Selçuklu Devletinden itibaren başlamıştır. İlk olarak Farsça eserler bulunmuştur. Fakat tarih yazımında bazı eserler kaybolmuştur. Gazi’den Yıldırım Bayezid’e kadar gelen sürede zamanın olaylarını anlatan eserler günümüze ulaşamamıştır. Osmanlı tarihçiliğinin ise ilk örnekleri, 15. Yüzyılın başlarında görülür.Bilinen ilk Osmanlı tarihi Yahşi Fakiin Menakıpnamesidir. 16. yüzyılın başlarında Osmanlı tarihçiliği gelişmiş ve farklılaşmıştır. Bir padişahın dönemine tahsis edilmiş Selimname ve Süleymanname gibi eserler ile Zafername, Sefername gibi isimler ile bir savaşı ve ya bir yerin fethini konu alan özel tarihler ortaya çıkmıştır. 17. yüzyılın tarihçilik açısından önemli simaları İbrahim Peçevi, Hasanbeyzade, Ahmet Paşa, Kâtip Çelebi vs. 19. yüzyıl birçok alanda olduğu gibi tarihçilikte de önemli değişimlerin yaşandığı dönemdir. 19. Yüzyıl tarihçiliği denilince akla ilk gelen isim Ahmet Cevdet Paşadır. Cevdet paşa tahlil ve ifade gücü sebebiyle Osmanlı tarih yazıcılığının zirve noktası kabul edilir. Meşturiyet yıllarında Türk tarihçiliğinin ilgi alanları da konu, zaman, mekan ve planında genişlemektedir. Avrupa tarzı tarih yazıcığı da daha ısrarlı istenilir. Osmanlı tarihinin özellikle gayrimüslimler ile karşılıklı bir kardeşlik tarihi gibi okumak Osmanlıca tarihinin esaslarını oluşturur. Cumhuriyetin ilk yıllarında Tarih-i Osmani Ercümeni, Türk tarih ercümeni ile çalışmalarına devam eder. Genç cumhuriyetin ve Mustafa Kemal Atatürk’ün 1920’li yılların sonlarına doğru tarihle giderek daha fazla ilgilenmeye başlandığı görülür. Bugün Türkiye’de tarihçilik Fuat Köprülü, Zeki Veli Togan, Ömer Lütfi Barkan, Halil İnalcık gibi kişilerin açtığı akademik bir yolda ilerlemeye devam etmektedir.

TARİHSEL ZAMAN, DEĞİŞİM VE SÜREKLİLİK (Ahmet ŞİMŞEK)

Geçmiş zamanı biçimlendirmek için başvurulan yıllar ve geçmiş zamanda gerçekleşmiş olgularla ilgilenen disiplin olmak üzere tarih bilimi iki anlamda kullanılır. Tarihin ana konusu insan ve geçmişte yaşanılan olaylar kişiler ve konular bütünüdür. Fakat tarih denilince akla sadece geçmiş gelmemelidir. Tarihin aslı gerçekte gerçekleşmiş olan şeylerle ilgilenir. Aslında tarih geçmişte yaşamaz, geçmişte olan olayları ve kişileri konu alır. Yani tarihçiler tam olarak geçmişle ilgilenmez. Geçmişte yaşanan olayları, kişilerin yaşamını, toplumların bıraktığı kültür izlerini ve bun kavramlarda meydana gelen değişimleri inceler. Aslına bakıldığında tarihçiler sadece geçmişte değil bugünde de yaşarlar. Tarih ve zaman kavramları bir bütün olarak bakılmalıdır. Geçmişte yaşanan her olay tarihin konusu sayılamaz. Yani her olay tarihsel değildir. Geçmişte ve günümüzde toplumları derinden etkileyen ve iz bırakan olayların açıklanmasında kullanılan bir zaman öğesidir. Tarihsel çalışma yaparken anlayışlar ve olaylardaki değişmeler izlenir ve geçmişte yaşanan olayların sınıflandırılması, birbiriyle anlamsal bütünlüğün sağlanması dönemler ve çağlar arası karşılaştırma yaparak doğru sonuçlar elde edilmesi için önemli bir yere sahiptir. Tarih düşüncesi ortaya çıktığı ilk dönemden günümüze kadar farklı alanlara sahip olmuş ve değişmiştir. Tarih değiştiriği gibi geniş ve tarihsel zamana yüklene anlamda zamanla değişmiştir. Tarih her ne kadar kesintisiz gibi gözükse de günümüze gelene kadar bazı veriler kaybolmuş ve dolayısıyla kesintiye uğramıştır. Çünkü bunun başlıca sebebi zaman kavramının soyut oluşudur. Tarih günümüze gelene kadar birçok iniş ve çıkış yaşamıştır. Özet olarak tarih bilimi insanların geçmişteki önemli olayları ve kişileri toplulukları inceleyen zaman kavramıyla bir bütün olan bilim dalıdır.

TARİH NE İÇİN YAZILIR?

Tarih yazımının başlangıcı sayılan Herodotos’tan başlayarak günümüz tarihçiliğinin, tarih hakkındaki sorulara vermiş olduğu sorulara değinmek gerekir. Herodotos’tan önce tam bir tarih yazımı söz konusu değildir. Daha öncelerde insanoğlu eylemlerini mitolojiyle ilişkilendirirken ilk defa Herodotos ve Thukydides eylemlerden insanları sorumlu tutmaya başlamışlardır. Bunlardan hareketle tarih yazımının bir araştırma, soruşturma olduğunun ortaya konması en temel prensipleri haline gelmiştir. Buradan çıkan tarih insanı insana anlatma, insan eylemlerini anlatmak için yazılır. İnsanoğlu ne kadar bir kısım eylemlerden Tanrı’yı sorumlu tutsa da bu işin kolay kısmıdır. Daha sonra Ranke yeni teknikler ile karışık unsurlar ortaya koymuştur. Tarih yazımında içinde bulundukları dönemin akımlarından ideolojiyi, siyasi ve kültürel koşullarından fazlasıyla etkilenmiştir. Önceden tarih için verilen uğraşlar denilince akla savaşlar gelirken bu fikir zamanla aşılmıştır. 19. Yüzyılda tarih anlayışıyla birlikte ‘Tarih Niçin Yazılır?’ sorusuna cevap olarak geniş yer bulmuştur. Toplumun değişen yapısı, grupların beklentilerini, tabakaları tercihlerinde konumuzun sorusuna ekstra cevap olmaktadır. Birçok neden tarih yazımları farklılaşmıştır. Yani bilgi üretebilmek geçmişe ışık tutmak gibi amaçlar hedeflenmiştir. Kitlelerin dikkatini çekmek için tarih ticari amaçla yazılır ve seviye düşürülür. Dipnot ve kaynakçalara yer verilmez. Ancak ülkemizde bu durum oldukça rağbet görmektedir. Tarih yazımında tasarım ve betimleme yapılırken bazı şeyler ön plana çıkar ve hangi insan üzerine tarih yazıldığı uygulanır. Amaçları aynıdır insanın yapıp ettiklerine ve insanı anlamak için soruşturmak ve yorumlamaktır. Sonuç olarak tarih bu amaç ile yazılır, insana dair bilginin zenginleştirmesi için de okunur.